Menü Forumlar Popüler İçerikler Arama
Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Fetihler

Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Fetihler

Osmanlilarin Rumeli'ye ayak bastiklari günden itibaren bir buçuk asirdan daha fazla bir sürede karsilarinda ya hasma yardımcı veya hasim olarak Macarlari gördükleri bilinmektedir. Bundan dolayi Türkler'in Macarlar'a, Macarlar'in da Türkler'e karsi olan düsmanliklari, Macaristan'in zaptina kadar devam etmistir. Belgrad ile birkaç kalenin Osmanlilar'ca alinmis olmasi, Macarlar için büyük bir darbe olmustu. Gerçekten Belgrad'in zapti, Avrupa fetihlerine yol açan önemli bir âmil olmustu. Nitekim Belgrad'in alinmasindan sonra Macaristan, Hirvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya gibi yerler, daha rahat ve güvenli bir şekilde Osmanli akinlarina hedef oldular. Bu arada Gazi Hüsrev, Sinan ve Bâli Beyler'in akinlari Mohaç savasina kadar devam edecektir.

Macarlar'in, Eflâk islerine karismalari, Osmanlilar aleyhine Bogdan'la ittifak yapmalari, Sarlken'in bir Avrupa Imparatorlugu kurma tehlikesi ve Safevîler'le anlasma yapmasi gibi hadiseler üzerine Üngürüs seferine karar verilir. L. Mohaç Meydan Muharebesi Belgrad'in fethi, Osmanlilar'in tabii yayilma sahasi olarak gördükleri Orta Avrupa üzerine yürümek yolunda önemli bir adim olmustu. Bu arada hudud bölgelerinde de bazi karisikliklar çikmis, Tuna boylarinda Macarlar'la küçük çapli çarpismalar olmustu. Bununla beraber, Kanunî'nin sefere karar vermesi, Papalik, Macaristan ve Lehistan münasebetlerinin neticesi olarak ortaya çikan birçok âmile dayanmakta ise de bu kararda Fransizlar'in da önemli sayilabilecek bir rol oynadiklari belirtilmektedir.

Kanunî Sultan Süleyman'in saltanat yillarinin basinda Fransa ile Almanya birbirlerine karsi hasim duruma geldikleri gibi birbirleriyle mücadeleye de baslamislardi. Fransa Krali I. François'nin, Alman imparatorluk seçiminde Sarlken (Charles Quint)'e rakip olarak adayligini koymus olmasi, iki devletin şiddetli bir mücadeleye girmesine sebep olmustu. I. François'nin, l5l9'da imparator seçilen Habsburg hânedanina mensub Sarlken ile yaptigi mücadelede esir düsmesi üzerine, I. François'nin annesi ve saltanat nâibesi Angouleme düsesi Louise de Savoie, Kanunî Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek kendisinden yardım talebinde bulunmus, Pâdisah da Macaristan üzerine yürümek suretiyle fiilî bir yardimda bulunacagini va'd etmisti. Kanunî, Sarlken'in kurmak istedigi Avrupa Imparatorlugu'nu, Osmanlilar için büyük bir tehlike olarak görüyordu. Bu tehlike sadece Bati'dan degil, l524 Mayis'i sonlarinda vefat etmis olan Sah Ismail'in yerine geçen Tahmasb vesilesiyle Dogu'dan da kendini gösteriyordu. Zira Sarlken ile Tahmasb, Osmanlilarin aleyhindeki bir ittifak içinde idiler. Iran, Çaldiran'i bir türlü unutmamisti. Buna ragmen tek basina Osmalilar'la basa çikmalari da mümkün görünmüyordu. Bu sebeple Avrupa'nin en büyük gücü haline gelmis ve bütün bir Bati tarafından desteklenen yeni Imparator Sarlken ile Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurma gayretinde idi. Hem Iran'in hedeflerini hem de Sarlken'in kendisine karsi meydana sürecegi büyük kuvvetin farkinda olan Kanunî, bu sebeple Fransa'yi himaye etmek istiyordu. Böylece Bati'yi siyaseten bölmeyi hedefliyordu.

Öyle anlasiliyor ki, bu siralarda Macaristan'in iç durumu da pek iyi degildi. Macar Krali'nin kötü yönetimi devam ettiginden, Erdel Beyi Zapolyai hem krala hem de krallik üzerindeki Habsburg nüfuzuna karsi çikiyordu. Kötü bir yönetimin altinda âdeta ezilen Macar köylüleri, memnuniyetsizliklerini belirtmek gayesiyle Protestanlik hareketlerine katildiklari gibi, paralarini alamayan birçok Macar askeri de Osmanli Akinci Beyi Bali Bey'e siginiyordu. Kanunî'nin gerek akinci gerekse diğer kaynaklardan istihbarat ettigi bu durum, onun sefer kararini çabuklastirmisti. Ayrica Macaristan'in ele geçirilmesi ile Osmanlilar, Habsburglarla aralarindaki engeli kaldirmis olacaklar ve böylece Viyana kapilarina varilmasi için büyük bir mania asilmis bulunacakti.

Macaristan seferinin hazirliklari tamamlandiginda Kanunî, bir yil önce vefat etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemali Efendi'nin yerine, Osmanli dünyasinda hukuk, edebiyat, dil ve tarih alanlarinda hakli bir söhrete sahip olan Kemal Pasazâde'yi tayin ederken, kendisinin bulunamayacagi sirada Pâyitaht (Baskent) in idaresi için de Misir'in eski valisi olan Kasim Pasa'yi Kaymakam (Kaim-i makam) olarak görevlendirir.

Sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah, ll Receb 932 (23 Nisan l526)'de yüz bin kisilik bir ordu ile yeni dökülmüs ve Avrupa'nin hayalinden geçiremeyecegi derecede mükemmel 300 top ile Istanbul'dan hareket eder. Bu üçüncü "Sefer-i Hümâyunu"na çikmadan önce hükümdar, Eyyub Sultan, Ebu'l-Vefa ile babasi Yavuz, dedesi II. Bâyezid ve Fâtih'in türbelerini ziyaret ederek dua eder. Bütün bu mekânlarda, Allah'in kendisine yardım etmesini diler.

Gerçekten Islâmî anlayisa göre savasin gerçek mahiyeti, körü körüne bir kirma ve kirilma hâdisesi degildir. O, presipler adina yapilan bir cihaddir. Cihad için de her seyden evvel ordulara mânevî güç gerektir. Iste Kanunî de Mohaç Meydan Muharebesi'ne girismeden evvel gözlerinden yaslar akitip, yüzünü yerlere sürerek mânevî kuvvetlerden istimdad ediyordu. Öyle ki, önüne düstügü ordulari, gittiklere yerlere tevhidi de beraber tasiyacaklari için devleti dinin, dini de devletin yardımcısi ve tamamlayicisi görerek, ecdadi gibi maddî kuvvetlerinin ikmali kadar, mânevî kuvvetlerinin yardimini da ihmal etmiyordu.

23 Nisan'da Istanbul'dan hareket edip Halkali Pinar denen menzile varan ordunun, büyük bir düzen ve disiplin içinde bulundugu anlasilmaktadir. Zira Kanunî'nin emrine göre ekilmis tarlalara girmek, hayvan otlatmak ve toprak sahiplerinin hayvanlarini almak, ölüm cezasini gerektiriyordu. Pâdisahin emri hilafina hareket eden birkaç kişinin ya basi kesildi veya asildilar. Hammer'in ifadesine göre, Pâdisahin emrine uymayan birkaç kadi bile cezanin siddetinden kurtulamadi. Pâdisahin, reâyâsinin menfaatlerini korumak ve onlara her ne şekilde olursa olsun bir zararin gelmemesi için gösterdigi bu çaba, onun tebeasini ne kadar düsündügünün bir isaretidir. Iyi bir Müslüman hükümdar olan Kanunî'nin anlayisina göre, kendisinin idare ettigi halkindan yine kendisi sorumludur. Gerek Kur'an-i Kerim gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde bu konuda pek çok emir bulunmaktadir. Bütün bunlari bilen Pâdisah, elbette ki bu emirlere riayet etmekle kendini vazifeli biliyordu. Iste bunun içindir ki o, halkinin malina en ufak bir zararin gelmesini istemiyordu. Harp içinde dahi olsa, böyle bir zarara tahammül edemiyen hükümdar, aksine davranislarin, en büyük ceza olan idamla sonuçlanacagini ilan etmekten çekinmiyordu. Onun, kanunsuz davranislari affetmeyisi, orduda büyük bir disiplinin meydana gelmesine sebep olmustu. Gerçi bu disiplin sadece Kanunî döneminde degil hem daha önce hem de daha sonra vardir. Zira bütün Osmanli hükümdarlari, yönetme bakimindan kendilerini Allah'a karsi sorumlu tutuyorlardi. Bu sorumluluk anlayisi onlarda, baska dinden olan hükümdarlara benzemeyen hasletler meydana getirmisti. Bunun içindir ki Kanunî dönemi Osmanli dünyasinin sosyal hayati ile ordusundan da bahs eden ve Osmanli ülkesinde senelerce kalmis olan Avusturya elçisi Busbecq, kendi arzusu üzerine üç aya yakin bir süre karargaha yakin bir köyde kalarak Müslüman Türk ordusunu yakindan görmek ve takib etmek firsatini bulduktan sonra görgü ve müsahedelerine dayanarak asagida özetleyecegimiz su bilgileri verir.

"Yanimda bir iki arkadas oldugu halde kendimi belli etmeden her tarafta dolastim. Dikkatimi çeken ilk nokta, muhtelif teskilâtlara mensub askerlerin kendi karargahlarindan disariya çikmamalari oldu. Bizim karargahlarimizda meydana gelen olaylari bilenler, buna inanmakta zorluk çekerler. Fakat hakikat su ki, her tarafta tam bir sükût ve sükûnet hüküm sürüyordu. Asla kavga ve münakasaya rastlanmiyor, herhangi bir cebir ve siddet hareketi görülmüyordu. Sarhosluk, öfke veya hiddetten ileri gelen yüksek sesler bile yoktu. Bundan baska her taraf öylesine temizdi ki ne süprüntü ne gübre yiginlari ne de göze ve burna fena gelen bir seye tesadüf imkâni vardi. " Busbecq, Müslüman - Türk dünyasina dis biledigi halde su ifadeleri kullanmaktan da kendini alamaz. " Şimdi benimle beraber geliniz ve sarikli baslardan meydana gelen bu büyük kalabaliga gözlerinizi çeviriniz. Türlü türlü, rengarenk parlak esvablar (Elbiseler). Her tarafta altin, gümüs, lâal, ipek ve atlas piriltisi. Bu manzarayi dil ile anlatmak imkân disi bir is. Yalniz sunu söyleyelim ki, gözlerim simdiye kadar bundan güzel bir manzara görmemistir. Mâmafih, bütün bu servet ve ihtisam içinde yine de büyük bir sadelik ve iktisad göze çarpiyor. Herkesin elbisesi ve mevkii ne olursa olsun, ayni biçimde. Lüzumsuz islemeler ve kenar süsleri yok. Halbuki bizde bu âdettir. Pek çok masrafa mal olur ve üç günde de bozulup gider. "
Elçi bunlari anlattiktan sonra, kumar ve sarhosluk bilmeyen askerin çalgi ve türkülerle eglendigine, çagirip söyledikleri havalarin da gazâ ve sehâdet (Sehidlik) temlerini isleyen hamâset destanlari bulunduguna isaret ettikten sonra, ordunun, hayvanî gidalardan ziyade nebatî, basit ve sihhî gidalarla beslendigini, Ramazan ayini karsilamak için ise mutad yiyeceklerini daha da sadelestirdiklerini, fakat Ramazan arefesinde yalniz yiyip içmede degil, haram ve yasak zevklere karsi da olduğundan daha çekingen davranarak oruca kendilerini hazirladiklarini söyler. O, Hiristiyanlarin perhize girmeden önce sanki bu imsakin acisini pesin olarak çikarmak ister gibi, kendilerini çilginca eglenceye, dans ve sarhosluga verdiklerini, senenin bu günlerinde memleketlerini ziyaret eden yabancilarin, Hiristiyanlarin çildirmis olduklarini söylemelerine sasilmamasi gerektigini uzun uzun anlatip, sonunda Türkler'de üstünlügün ve basarinin sirrina temas ederek: "Türkler'de seref ve makam, idarî mevkiler, sadece liyakat ve bilginin mükafatidir. Tenbel ve agir olanlar, hiçbir zaman yükselemezler. Iste Türkler'in, her neye tesebbüs ederlerse muvaffak olmalari, hâkim bir irk haline gelmeleri ve her gün devletlerinin hududlarini biraz daha genisletmelerinin hikmetini liyakat, kabiliyet ve çaliskanliga verdikleri bu ehemmiyette aramalidir. "

"Bizim askerî sistemimizle Türk sistemini karsilastirinca gelecegin bize neler hazirladigini düsünüp korkudan titriyorum. Karsilasan iki ordudan biri galip gelecek -ki bu herhalde Türk ordusu olacak- digeri ise mahv olacaktir. Çünkü Türk ordusu sirtini kuvvetli bir imparatorlugun genis kaynaklarina dayamis, zinde, tecrübeli ve sarslmamis bir kuvvet. Askerleri zafere alismis, zor sartlara dayanma kabiliyetine sahip, intizam ve disipline riayetkâr, uyanik ve kanaat ehlidirler. Bizimkilerde ise umumi bir fakirlige mukabil hususi israf, yipranmis kuvvet, mâneviyat bozuklugu, tahammül yoklugu ve idmansizlik var. Serkes askerler, aza kanaat etmeyen subaylar. Disiplin kavramiyla alay ederiz. Basibosluk, sarhosluk, serkeslik ve zevke düskünlük bizde alabildigine vardir. Bu durumda neticenin ne olacagi gün gibi asikârdir. Herhalde simdilik Iran lehimize bir durum yaratmakla beraber, Türkler Iran'la bir anlasmaya vardiklari zaman onlardan ve diğer Sark devletlerinden de yardım görerek bütün güçleriyle bogazimiza sarilacaklardir. Bu büyük tehlikeye karsi ne kadar gevsek ve hazirliksiz oldugumuzu düsündükçe içim ürperiyor. "
Avusturya elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq'in dedigi gibi, gerçekten de Osmanli medeniyeti âbidesi örülürken bu âbideyi yükselten her tas, mutlaka kendi mevziine ve kendi mevkiine konmus bulunuyordu. Son derece titiz bir inzibat fikri ile yapilan vazife ve selahiyet taksimi ise devlet düzeninin aksamadan dönmesinde en büyük rolü oynamakta idi.

Devletin bu mevzuda en göze deger örnegi olan ordusu, Belgrad'in fetinden bes sene sonra Mohaç ovasina konarak Macaristan'in karsisina çiktigi zaman, ezici kuvveti, essiz intizami ve ibâdet derecesine varmis cengaverligi ile sanki bir ordu degil, efsanevî bir heybet ve azamet örnegi idi.

Daha önce, sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah'in, 23 Nisan l526'da yüz bin kisilik ordu ve 300 top ile Istanbul'dan hareket ettigine temas edilmisti. Yol boyunca orduya yeni yeni kuvvetler katilmis, Istanbul'dan hareket edildikten iki buçuk ay sonra Belgrad'a varilmisti. Ibrahim Pasa'nin basinda bulundugu öncü kuvvetler, Tuna Nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervaradin)'i karadan ve nehirden sikistirarak alir. Bundan baska, Bosna beyleri tarafından Sirem mintikasindaki kaleler zapt edilir. Son derece muntazam yürüyen ve etrafa hiçbir hasar vermeyen asil kuvvetler de Ilok (Illok, Ulak) ve Ösek (Ösiyek, Eszek)'i almisti.

Osmanlilar'in, Macaristan üzerine yürüyecekleri haberini alan Macar Krali II. Layos (Lui) bir taraftan harbe hazirlanirken, diğer taraftan da Avrupa kral ve prenslerine müracaat ederek yardım istemisti. Bu arada Macar meclisi, kiralin bizzat savasta hazir bulunmasina karar vermisti.

Ösek kalesinin alinmasindan sonra Tuna'yi takib için iki üç gün içinde gemiler üzerine kurulan köprüden Drava Nehri geçilecegi sirada Macarlar karsi koymak istedilerse de muvaffak olamazlar. Nihayet Macar ordusunun Mohaç ovasinda bulundugu da ögrenilmisti. Osmanli ordusu hem agir yürüyor hem de harp tertibati aliyordu. Sag kolda Vezir-i A'zam ve Rumeli beylerbeyi Ibrahim Pasa, sol kolda Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa, merkezde de Pâdisah, yeniçeri agasi ve kapikulu askerleri mutad olan yerlerini alacaklardi.

Macar Krali II. Layos, Osmanli kuvvetlerini Mohaç ovasinda beklemeye baslamisti. 26 Agustos'ta Mohaç'a gelen Osmanli ordusu muharebe düzeni alir. Osmanlilar, büyük hücuma baslanacagi gece, muhtesem bir mum donanmasi yaparak, yedi gögün yildizini bir yere toplamis sanilan büyük bir gazâ senligi tertib ettiler. Mes'alelerin meydana getirdigi aydinlik ile kizil bir sevk ve heyecan kiyameti yasayan ovada kösler vuruluyor, davullar, zurnalar çaliniyor, atlar kisniyor, sancaklar dalgalanip kiliçlar sakirdiyordu. Aylardan beri siddetle yagan ve araziyi yer yer bataklik haline getiren yagmur, hizini kesmekle birlikte çiselemeye devam ediyordu. Mohaç ovasinin bir tarafi zaten Türklerin "Karasu" dedikleri bataklika çevrilmisti. Kanunî, sabah namazini kildiktan sonra askere belig bir hitâbede bulunmustu. Bundan sonra Pâdisah, gözleri yasli oldugu halde ellerini göge dogru kaldirarak:

"Ilahî, kudret ve kuvvet senden, imdad ve himaye senden. Ümmet-i Muhammed'e yardım et. Müslümani yerindirme, kâfiri sevindirme " diye dua eder. Bu güzel davranisi gören Osmanli saflarindaki bütün askerlerde cesaret ve din sevki artar. Birlesik bir duyguya kapilan süvariler, atlarinin üzerinden siçrayip yapraklarin agaçtan düstügü yere atladilar. Yüzlerini topraga sürüp secde ettiler ve Allah'tan kendilerine zafer nasib etmesini dilediler. Sonra yeni bir sevk ile atlarina bindiler ve Pâdisahlarinin ugrunda canlarini vereceklerine and içtiler.

Bu düzenin bir geregi olarak Pâdisah, cenk elbisesi, yani zirhli harp elbisesi giymis ve beyaz bir ata binmis olarak merkezdeki yerini almisti. Sabah namazi üzerinden saatler geçtigi halde iki taraf da taarruza geçmiyordu. Kanunî, düsmanin iyice yaklasmasini bekliyordu. Nihayet Kanunî'nin bekledigi an gelir. Ikindi vaktiine dogru, Osmanlilarin yerlerinden kimildamadigini gören Macarlar taarruza geçerler. Böylece savas, 29 Agustos l526 (20 Zilkade 932) Çarbamba günü ikindi zamani Macar hücumuyla baslamis olur. Osmanlilar'in son savas planina vâkif olmayan Macarlar, altmis bin kisilik zirhli süvarileriyle eski Osmanli plani zanniyle asil merkeze hücum ile isi halledeceklerini ümit etmislerdi. Buna karsilik Osmanlilar da planin geregi olarak Macarlar'i merkeze çekip çenbere almak suretiyle imha etmek istiyorlardi. Macar komutanlarindan Piyer Pereney ile Papas Pol Tomori, bütün kuvvetleriyle Vezir-i A'zam komutasindaki Rumeli askeri üzerine hücum ettiler. Osmanli kuvvetleri plan geregi olarak geri çekilip düsmani içeriye aldilar. Bunun üzerine yandan Anadolu kuvvetlerinin sikistirmasi ile Macar kuvvetleri daha içeri alinip toplarin önüne getiriliyordu. Bâli Bey kuvvetleri, sür'atle düsmanin arkasini çevirerek Macar süvarilerini ikiye ayirdilar. Bundan baska Macarlarin bizzat Kral Layos komutasindaki ikinci kolu, Anadolu kuvvetlerinin üzerine yüklendi. Bu kuvvetler de mukavemet edememis gibi hareket ettiginden bunlar da merkez üzerine yani Pâdisah'in bulundugu ordunun kalbine dogru hücum ettiler. Kendisini muvaffak olmus gören düsman iyice içeri girdi. Bu siralarda 35 (Veya 32) Macar sövalyesi Kanunî'ye sokulmaya çalisiyordu. Bunlar, Pâdisah'i esir veya öldürmeye yemin etmislerdi. Bunlar, Marczali ismindeki birinin komutasinda bulunuyorlardi. Yeniçerilerin siddetle çarpistigi ve Pâdisahin etrafinda küçük bir maiyyet kuvvetinin kaldigi bir anda Marczali ile iki arkadasi, Kanunî ile bizzat karsi karsiya gelirler. Diğer arkadaslari, Pâdisaha sokuluncaya kadar imha edilmislerdi. Kanunî, tek basina bu üç sövalye ile dögüsür. Bu esnada birkaç ok yediyse de bu oklar, zirhi delip vücuduna nüfuz edemedi. Sonunda Kanunî, üç sövalyeyi de bizzat kendi kiliciyla öldürür.

Macar kuvvetleri içeriye alinip toplarin önüne getirildikten ve daha önce de belirtildigi gibi gerileri de "akinci" ve "deli" kuvvetleri tarafından çevrildikten sonra 300 topa birden ates verilir. Macar ordusu bu atesin dehsetiyle neye ugradigini sasirir. Bu saskinlik üzerine panige kapilip darmadagin olurlar. Bu atesten sonra savasta komutan olan kral bir daha görünmez. Ordunun dönüsünden sonra bataklikta ölüsü bulunmustu. Osmanlilarin kilicindan kurtulan askerler de gece karanliginda bilmeyerek batakliga düsüp bogulmuslardi. Mohaç Muharebesi iki saat sürmüstü. Bu muharebede Osmanli ordusunun mevcudu 300 bin, Macarlarinki ise l50 binden fazla idi. Öyle anlasiliyor ki, sayi itibariyle Macar kuvvetleri Osmanli kuvvetlerinden pek az degildi. Nitekim, Mohaç olayini birçok kimseden dinleyip gerçegi ögrendigini anlatan tarihçi Peçevî, "Mohaç gazâsinda ikiyüz bin kâfir katl ve esir olundu denilse belki noksani var, mubalagasi yoktur" derken, iki tarafin kuvvetlerinin denk oldugunu belirtmek ister. Keza Lütfi pasa da Macar askerlerinin sayi ve durumunu su ifadelerle dile getirir: "Ve 200 bin atli ve otuz bin piyade tüfenk endâz her nereye ki atalar, hata etmezlerdi. " bu ifadelerden anlasildigina göre Macar Krali'nin kuvvetleri 230 bin civarinda idi. Lütfi Pasa, Macar askerlerinin sayilarini verdigi gibi savasin, Osmanli planina uygun bir şekilde nasil cereyan ettigini de anlatir. Ona göre Kral Layos, askerini üç kola ayirmis, bizzat kendisi merkezden Pâdisah üzerine yürümüsse de yeniçerilerin önünde bulunan ve zincirlerle birbirlerine bagli olan toplara karsi, geçmek üzere bir gedik bulamamistir. Bununla beraber Rumeli kolunu geri çekilmeye mecbur etmisler, sonra plana göre Anadolu kolu da geri çekilerek Macarlar'in çenbere alinmasi saglanmistir. Böylece Osmanlilar, Allah Taala'nin: âyet-i kerimesi'nin isaret ettigi gibi galip gelmislerdi. Macar Kralinin komutasi altinda Macarlar'dan baska Alman, Leh, Çek, Italyan ve Ispanyollar'dan meydana gelen büyük bir ordu bulunmakta idi.

Mohaç zaferinin ertesi günü akincilar, düsman ülkelerinin içlerine dogru akinlara gönderilmisti. Macar ordusu ise tamamen imha olunmustu. Böylece Osmanlilarin önünde bir engel kalmamisti. Mohaç ovasindaki üç günlük istirahattan sonra Osmanli ordusu Macaristan'in baskenti olan Budin üzerine yürür. L0 Eylül l526'da sehir teslim olur. Ordu sehre gelmeden önce Hiristiyan olan yerli halkin bir kismi kaçmisti. Bu yüzden, buradaki Yahudiler çogunlugu meydana getiriyorlardi. Bunlarin reisi olan Salamon oglu Yasef, Budin kalesinin anahtarlarini Sultan Süleyman'a teslim etmisti. Böylece sehir, herhangi bir mukavemetle karsilasilmadan Osmanli hükümdarina teslim edilmis olur. Pâdisah, sehir halkinin can ve malina karsi yapilacak bir tecavüzü en büyük cezalarla tecziye edecegini bildirir. Pâdisah, burada on dört gün kadar kalip Kurban Bayramini burada geçirir. Osmanli ordusunun Budin'den Istanbul'a dönüsü esnasinda Segedin ve Baç (Bacs) sehirleri de ele geçirilir. Ayrica Beçne mevkiinde direnis gösteren Macar kuvvetleri de bozguna ugratilarak dagitilir. Öyle ki, asil orduyla vurusacak hiçbir düsman kuvveti kalmamisti. Mohaç'tan sonra Macarlarin elinde, Erdel voyvodasi, yani Transilvanya genel valisi Zapolyai'nin 30 bin kisilik askerinden baska hiçbir kuvvet kalmamisti.

Yaka yakaya ve bogaz bogaza cenk edilen Mohaç Meydan Muharebesi, Kral Layos ile bütün bir Macar ordusunun imhasina mal olmus ve müstakil (Bagimsiz) Macar Devleti'nin hayatina son vermisti. Bundan sonra tarih, Osmanli himayesinde bir Macaristan taniyacakti.

Osmanlilar tarafından Macar tahtina Zapolyai Janos'un seçilmesi, Alman Imparatoru Sarlken'in kardesi ve ölen Macar Kirali'nin hem enistesi hem de kayinbiraderi olan Avusturya Arsidük'ü Ferdinand'i harekete geçirir. Macar Kiralligi üzerinde hak iddia eden Ferdinand'a, Istoni Belgrad'da bulunan Macar kirallik tacinin giydirilmesi ile Macaristan'da iki krallik ortaya çikmis oluyordu. Buna göre Macaristan'in bati ve kuzey batisi Ferdinand'in idaresinde, Orta Macaristan ile Erdel ise Zapolyai'nin hâkimiyetin-de bulunuyordu. 2. Ikinci Macaristan Seferi ve Viyana KusatmasiOsmanlilar sayesinde Macar krali seçilen Zapolyai, Osmanlilar'in kendisine hazirladigi bu imkâni geregi gibi degerlendiremez. O, Osmanlilar'a yaklasmak söyle dursun, l527 baharinda toplanan Regensburg Imparatorluk meclisinde Osmanlilar'a karsi yardım dahi istemisti. Öbür yandan Macar beylerinin çogunlugu tarafından kralliga seçilmis bulunan Ferdinand'in, Osmanli ordusunun geri dönmesini firsat bilip büyük bir ordu ile Budin üzerine yürüyüp onun kuvvetlerini Tokaj'da maglup etmesi üzerine kayinpederi olan Lehistan Krali'nin yanina siginmak zorunda kalan Zapolyai, Osmanlilar'dan tekrar yardım istemeye mecbur olur. Bu yardım için de Istanbul'a bir elçi gönderir. Gerçi Zapolyai böyle bir yardım talebinde bulunmasa dahi Osmanlilar'in bu duruma müsaade edecegi düsünülemezdi. Bununla beraber onun yardım talebi, Osmanlilar'in daha sür'atli bir şekilde harekete geçmesine sebep olmustu. Böylece durum, Zapolyai'nin müdafaasi seklini almisti. 29 Subat l528 tarihli antlasmaya göre Osmanli Devleti, Zapolyai'yi tâbi bir hükümdar olarak tanimaktaydi. Öbür taraftan, Osmanli Devleti'nin kendisini burada birakmayacagini anlayan Ferdinand da elçi göndererek vergi vermek sartiyla Macar Krali olarak taninmasini teklif ettiyse de bu teklif kabul edilmeyerek Budin'in Zapolyai'ye iade edilmesi istenir. Böylece, 29 Mayis l528'de Istanbul'a gelen bu ilk Avusturya elçilik heyeti, herhangi bir sonuç alamadan geri dönmek zorunda kalir.

Kanunî, Vezir-i a'zam Ibrahim Pasa'ya II. Macaristan seferinin serdarligini tevcih ederek büyük yetkiler vermisti. Aslinda Macaristan'in yönetimi için asker ve kaynak kullanmak yerine, simdilik Zapolyai'nin idaresinde yari bagimli bir Macar Devleti'ni Habsburglar'a karsi tampon bir devlet olarak birakmayi tercih eden Kanunî Sultan Süleyman, l0 Mayis l529'da iki yüz bin kisilik bir ordu ile sefere çikar. Macar topraklarina girildigi sirada, Zapolyai, Istanbul'a gelen elçisi Lasczky ve Macar asilzâdeleri itaatlerini arzedip huzura kabul olunurlar. Lütfi Pasa, Zapolyai'nin Kanunî tarafından nasil karsilandigini ve tercüman vâsitasiye ikisi arasinda geçen konusmalari da verir. Buna göre Zapolyai, diğer kullari gibi kendisinin de Pâdisah'in kulu olmak istedigini bildirerek söyle der: " Ey Pâdisah-i âlem penah, Müslümanlardan ve kâfirlerden (Gayr-i müslim) kullarinin nihayeti yoktur. Ben dahi ol kullarinin silkine münselik olmaga geldim (Onlarin meslegine, yani senin tebean olmaya geldim) ve hem Pâdisahtan bir muradim vardir, emr olunursa hizmet-i seriflerine diyelim. " Tercümanin anlattigi bu sözleri begenen Kanunî: "Muradin desin, elimizden geldikçe bitirmesine sa'y edelim (Çalisalim) der. 3 Eylül'de Budin önlerine gelen ordu, kusatma hazirliklarina basladigi sirada, sehirdekiler teslim olurlar. Böylece sehir, yarim günlük bir mukavemetten sonra tekrar ele geçirilmis olur. 7 Eylül'de sehre giren Kanunî, senelik belli bir vergi karsiliginda burayi Zapolyai'ye vererek merasimle ona Macar Kralligi tacini giydirir. Hammer'in ifadesine göre onu, merasimle krallik tahtina oturtan ne pâdisah ne vezir-i a'zam ne diğer vezirler ne beylerbeyiler ne de yeniçeri agalarindan biri degil, "aganin ikincisi demek olan Sekban basi marifetiyle" olmustur. Bununla beraber, Kanunî, Zapolyai'yi ayakta karsilamis, elini öptürmüs, altin tahtinin karsisina iki altin sandalye koydurmus, birine Ibrahim Pasa'yi, digerine de Zapolyai'yi oturtmustur. Böyle bir uygulama, Osmanli protokolona göre Macar Kralligi'nin durumunu göstermektedir. Gerçekten, Küçük Bali Bey'in, Ferdinand için kaçirilirken ele geçirdigi tac, Yeniçeri Sekbanbasisi tarafından Zapolyai'nin basina konmustu. Günümüzün ifadesiyle bir Yeniçeri generalinin, Osmanli protokolunda ancak sancakbeyi (Tümgeneral) derecesinde olan bir sahsin Macaristan Krali'na tac giydirmesi, Türk tarihinin unutulmaz hadiselerinden biri olarak kalacaktir.

Bu siralarda Macar krallik taci, Ferdinand'in casuslari tarafından çalinip Viyana'ya kaçiriliyordu. Bunu haber alan Osmanli istihbarati, derhal harekete geçer. Bosna eyaletinin Izvornik sancakbeyi Küçük Bali Bey, 20 Agustos'ta Viyana yolunda tarihî taci ele geçirip 4 Eylül'de Kanunî'ye gönderir. Kanunî ise taci Zapolyai'ye gönderir. Bu meshur tac, Macarlar tarafından kutsal sayiliyordu. Bu sebeple onlar, bu taci giymeyen hükümdara mesru krallari nazari ile bakmiyorlardi. Ferdinand da Macaristan Krali olma iddiasinda oldugu için bu tarihî taci ele geçirmek istiyordu. "Korona" denilen bu tarihî tac, üst üste geçmis iki tactan mütesekkildir. Asil taci l000 yilinda Papa, sonradan aziz mertebesine çikarilan ve Arpadlar'dan ilk defa Samanligi birakip Hiristiyanligin Katolik Mezhebi'ne giren Büyük Istvan'a göndermisti. Sonradan Bizans Imparatoru olan VII. Mikhail Dukas'in, Malazgirt Savasi'indan iki yil sonra (L073), gönderdigi altin çelenk, iste bu Papa'nin yolladigi tacin üzerine geçirilmek suretiyle tarihî Korona son seklini almistir.

7 Eylül'de Budin'e giren Kanunî, burada alti gün kadar kaldiktan sonra, Ferdinand ile karsilasmak niyetiyle Viyana'ya dogru harekete geçme karari alir. Yoluna devam eden ordu, Avusturya - Macar sinirindaki Ovar kasabasini ele geçirdikten sonra Viyana önlerinde toplanmaya baslar. Bu arada Ferdinand'in Viyana'da olmadigi anlasilir. Zira o, kuvvet toplamak için Avusturya içlerine dogru çekilmisti.

Çok iyi tahkim edilmis olan Viyana sehrinin muhasarasi ise 27 Eylül'de baslar. Fakat Osmanli ordusu muhasara için gerekli büyük toplar ile malzeme getirmedigi için hazirliksiz sayilirdi. Filhakika, Belgrad, Mohaç ve Budin'de birakilan agir toplar olmaksizin, orta ve hafif toplarla kalede istenilen büyüklükte gedikler açilamadi. Almanlar, kaleyi büyük bir fedakârlikla savnuyorlardi. Surlarin önünde iki taraf da agir zayiatlar veriyordu. Surlar altindan lagim açma tesebbüsleri de basarili olamiyordu. Yine de araliksiz süren çalismalar sonucunda surlarda yeni gedikler açilip buralardan hücumlarda bulunuldu ise de havalarin sogumaya baslamasi, kisin yaklasmasi ve erzak sikintisinin had safhaya ulasmasi, askerin gücü ile dayanikliligini etkiliyordu. Kanunî, l7 günlük muhasarayi kâfi görmüs olmali ki, bu kadar kisa bir müddet içinde böyle müstahkem bir mevkiin düsürülmesi, kusatan ordu ne kadar kuvvetli olursa olsun imkânsizdi. L4 Ekim l529'da yapilan umumi hücum da basariya ulasmayinca, muhasaranin kaldirilmasina karar verilir. Halbuki bu son hücum sirasinda birçok gedik açilmis ve müdafilerin dayanma güçleri de tükenmek üzere idi. Lütfi Pasa ile Peçevî'nin ifadelerine göre kisin vakitsiz gelip kar ve yagmurun yagmasi üzerine "Pâdisah-i Islâm emriyle leskere (Askere) zarar ve ziyan müretteb olmasin diye "bir adami on bunun gibi hisara vermezen" deyip ândan dis varosu yaktirip ve yiktirip ve etraflarini yagma ve talan ettikten sonra Muharremu'l-Haram'in yirmi ikisinde Beçten (Viyana) göçüp Budim'e gelüb". Benzer ifadeleri yabanci kaynaklarda da gördügümüz için, bu konuda Kanunî'nin ne denli hakli oldugunu ve yerinde bir karar aldigini anlamak mümkün olmaktadir. Kis ve soguklarin erken bastirmasi üzerine Osmanli hakani, kusatmayi kaldirma karari alir ki, bu kararda kendi askerini düsünme payi büyüktür. Kusatmaya son verme kararinin alinmasi üzerine l5 Ekim'de orta büyüklükte toplar, gemilere bindirilerek Tuna üzerinden Belgrad'a dogru yola çikarilir.

Gerçekten, bölgede kar yagisi basladigindan şiddetli kis soguklari bir felaket getirebilirdi. Bu arada Sarlken (Charles Quint) bütün Avrupa'dan topladigi kuvvetleri Linz'e yigiyordu. Bununla beraber Viyana ancak iki hafta daha dayanabilirdi. Ancak kale feth edilse bile sonra ne olacakti? Kanunî çekilir çekilmez, Linz'deki Alman ordusu gelip sehri muhasara edecekti. Bu muhasaraya dayanabilmek için Viyana'da çok büyük bir askerî güç birakmak icab ediyordu. Sehirde, Türk topçu atesinden yikilmadik bir yer kalmamisti. Böylece Charles Quint, imparatorluk taht sehrinin tahribi ile cezalandirilmisti. Kanunî, bu kadarini kâfi gördü. Bu seferde l4 bin kadar Osmanli askeri ya sehid olmus veya yaralanmisti. Buna karsilik Almanya ise tamamen perisan olmustu. Bu seferden sonra Istanbul'a dogru yola çikan Pâdisah, Ordu-yu Hümayûn ile l6 Aralik'ta Istanbul'a gelir. Böylece bu sefer-i hümayûn 7 ay, 7 gün devam etmisti. Bu sefer sayesinde Macaristan'daki Osmanli hakimiyeti saglamlasmis, Avusturya ve Kuzey Macaristan tahrib edildiği için karsi saldiri ihtimali ortadan kalkmisti. 3. Üçüncü Macaristan Seferi (Alaman Seferi) Kanunî, Istanbul'a döndükten sonra, Macaristan'da yeniden bazi olaylar cereyan etti. Ferdinand, Budin'i tazyike baslar. Bununla beraber Istanbul'a bir elçilik heyeti göndermekten geri kalmayarak Macaristan'in kendisine verilmesini ister. Bu arada Budin, Ferdinand kuvvetleri tarafından kusatilmis olmakla birlikte alinamaz. Peçevî'nin (Veya Peçuylu) ifadesine göre başta Ferdinand olmak üzere bölgedeki diğer bazi kral, kont ve dük gibi ünvanlari tasiyan kimseler, bizzat Kanunî Sultan Süleyman'in emri üzerine Macaristan tahtina getirilmis olan Yanos'u (Jan Zapolyai') yi tanimak istemiyorlardi. Onu kralliktan düsürmek için çesitli bahaneler ariyorlardi. Kanunî, Budin'in kusatildigindan haberdar olunca krala verdigi söz üzerine sefere çikmaya karar verir. Böylece Osmanli hükümdari l9 Ramazan 938 (25 Nisan l532)'da sefere çikar. Bu arada o, Alman Imparatoru Sarlken ile de hesaplasmak istiyordu. L00 bin kisiyi asan bir kuvvetle sefere çikan Kanunî, Nis'e vardigi zaman Ferdinand'in elçileri ordugâha gelerek önceki tekliflerini tekrarladilar. Buna göre Macaristan Ferdinand'a verildigi takdirde her sene 25.000 - l00.000 duka kadar vergi verecegini kabul ediyordu. Böyle bir teklifi reddeden Kanunî, Ferdinand'in topraklarinda ilerlemeye devam eder.

Bu bölgedeki pek çok kasaba, Yahya Pasa oglu Bali Bey ile onun oglu Mehmed Bey ve Bosna Beyi Hüsrev Bey tarafından zapt edilir. Osmanli ordusu zorlu bir muharebeden sonra Köseg (Guns, Köszeg)'i ele geçirir. Bu sirada Ferdinand'in elçileri bir daha gelirler. Bunlara, Ferdinand'i harbe davet eden mektuplar verilir. Ancak Ferdinand ile Sarlken, Osmanlilarla bir meydan muharebesi yapmaktan çekindikleri için oyalama ve yipratma taktigi kullaniyorlardi. Fakat onlarin bu taktikleri pek fazla ise yaramamis olmali ki Osmanli ordusu ileri harekâta devamla bazi sehirleri zapteder. Bu arada Gratz gibi bazi sehirlerin etrafi yakilip yikilmakla yetinildi. Osmanli ordulari, Macaristan'da Ferdinand'a ait topraklar üzerinde bir müddet ilerleyip, birçok sehir ve kasabayi ele geçirmisti. Kanunî'nin bütün çabalarina ragmen Sarlken ile Ferdinand ortaya çikamiyorlardi. Mevsimin geçmis olmasindan dolayi güney yolu ile geri dönüldü. Bununla beraber bu sefer sonunda Ferdinand, Pâdisah'in arzularina uygun bir antlasma istemeye mecbur olmustu.

Bu sefer esnasinda yine sulh veya mütareke talebiyle gelen Alman elçilerine, Charles - Quint'e hitab eden hakaretâmiz bir mektup verilerek teklifleri reddedilip geri gönderilirler. Bu mektubunda Kanunî, bu kadar zamandir erlik ve imparatorluk dâvasi ettigi halde kaç kere üzerine geldigini, mülkünü diledigi gibi tasarruf ettigini, buna ragmen ne kendisinden ne de kardesinden nâm ve nisan göremedigini, Hak Teâlâ'nin takdiri ne ise yerine gelmesi için Beç sahrasinda meselelerini halletmelerini, kendisinin tabiiyeti altinda bulunan reâyâ fukarasina yazik oldugunu, aksi halde avretler gibi ig ve çikrik alip pâdisahlik tâci giymemesini bildiriyordu.

Alman veya Alaman seferi denilen bu seferde ordu mevcudu ikiyüz binden fazla olup "Çekaloz" denilen ve kaz yumurtasi seklinde gülle atan 300 kadar küçük top da vardi. Akinci ve deli kuvvetleri 80 bin kadardi. Bu sefer yedi ay kadar sürmüstü. Pâdisah, l532 senesi Kasim (939 Rebiülahir) ayi sonlarina dogru Istanbul'a gelmisti. Bu son seferin basarili bir şekilde sonuçlanmasi üzerine bes gün üst üste senlik yapildi. Istanbul, Üsküdar, Eyyub ve Galata bes gece kandiller ile donatildi. Bu arada pazarlar, dükkanlar, bezazistan ve çarsilar geceleri dahi açik tutuldu. Halk, hemen her gün birbirlerine ziyafetler çekerek eglendi.

Bu arada, daha önce II. Bâyezid döneminde feth edilmis olan Mora yarimadasindaki Koron kalesi, Osmanli hükümdarinin Alman seferiyle Sarlken'i aradigi sirada ona intisab etmis olan Andrea Doria komutasindaki filo tarafından bir hile ile alinmisti. Kalenin alinmasindan sonra Iç kaleye Frenkler, dis kaleye de yerli Rumlar yerlestirilmislerdi. Bu durumda, burasi birlikte müdafaa edilecekti. Koron'dan sonra Patras ve Inebahti da ele geçirilmisti. Alman seferi sonunda Istanbul'a gelen Avusturya elçisi Cornelius, bu yerleri koz olarak öne sürecek ve sayet Macaristan kralligi Ferdinand'a verilirse Koron kalesi ile Afrika sahilinde Barbaros'a ait olan Arcel adasinin iade olunacagini bildirmisti. Bu teklife Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin cevabi " Biz, harple almayi tercih ederiz" olmustu. Nitekim, Semendire Sancakbeyi olan Bâli Beyzâde Mehmed Bey'in Mora Sancakbeyligine atanmasi ile 940 Ramazan (L534 Mart) tarihinde burasi yeniden ele geçirilmistir. Peçevî, Mehmed Bey'in Koron kalesini ele geçirisini su ifadelerle günümüze ulastirir: " Kalenin içinde, biri Frenk, ikincisi o bölgenin âsi Rumlari, digeri de inatçi Arnavutlar olmak üzere üç kisim kâfir vardi. Sancakbeyi, her birine ayri ayri va'dlerde bulunup kolaylik göstermek suretiyle (İstimâlet) aralarina anlasmazlik soktu. Böylece, bir kismi, köyleri talan etmek üzere disari çikan kâfirleri kirar. Bundan sonra kâfirler iki gruba ayrilirlar. Dis kaleyi ellerinde tutan Rum ve Arnavutlar, burayi Mehmed Bey'e teslim ederler. Iç kaledeki Frnekler de canlarina emân verilmek sartiyla savas yapilmadan teslim olurlar. "4. Osmanli - Avusturya Barisi ve Sonuçlari Osmanli seferleri karsisinda bunalan ve kardesi Sarlken'in yardimi sayesinde ayakta kalabilen Ferdinand'in, Macaristan Krali olabilmek için giristigi bütün tesebbüsler, hep bosa gidiyordu. Osmanli Devleti'nin Jan Zapolyai'yi tutmasi, onun bu emeline ulasmasina engel oluyordu. Bati Avrupa'da görülecek bir takim isleri bulunan Alman Imparatoru'nun tavsiyesi üzerine Ferdinand, Osmanlilarla anlasmaktan baska çare bulamamisti. Bu sebeple o, Istanbul'a elçi göndermisti. Ferdinand'in müracaati, Osmanlilarin da isine gelmisti. Zira Macaristan üzerine yapilan seferler büyük masraflara sebep oldugu gibi sadece bu tarafla ugrasilmasi, memleketin dogu hududlarinin ihmal edilmesine sebep oluyordu. Bu durum, doguda bazi olaylarin çikmasina da sebep oluyordu. Nitekim Sah Ismail'in l524 yilinda meydana gelen vefati üzerine yerine geçen oglu Tahmasb Han, Dogu Aanadolu'da yikici bazi faaliyetlerde bulundugundan iki devlet arasinda bazi hâdiseler cereyan etmisti. Bu sebeple Osmanli Devleti Ferdinand ile bir barisa sicak bakiyordu.

L4 Ocak l533'te Pâdisah tarafından kabul edilen Avusturya elçilik heyetinden, kesin bir baris için Ferdinand'in itaat alâmeti olarak Estergon kalesinin anahtarlari istenmistir. Kanunî, ancak bundan sonra barisa riza gösterebilecegini ima etmisti. Bundan baska 5 veya 7 senelik bir sulha hazir oldugunu da bildiren Kanunî, Estergon (Esztergom Gran) kalesine karsilik Macaristan'daki bazi kaleleri de verebilecegini belirtmisti. Öyle anlasiliyor ki, iki taraf arasinda geçen görüsmeler, epey çekismeli olmaktaydi. Nitekim Kanunî'nin bu sartlarini bildiren mektubu ile Avusturya elçisinin yanina katilan bir Osmanli elçisi, l Subat l533'te Ferdinand'a gönderilmisti. Hammer'in ifadesine göre Viyana sehrinin gördügü bu ilk Osmanli elçisi, büyük bir tantana (Merasim) ile kabul edildi. Ferdinand, elçiyi sirmali kumasla süslenmis bir taht üzerinde oturmus oldugu ve basinda kiymetli bir tac bulundugu halde kabul etti. Mütareke sartlari, Bohemya'lilari epey korkuttu. Fakat Ferdinand, Gran anahtarlarinin istenilmesinin sadece bir baglilik isareti oldugunu belirtmeye çalisti. 29 Mayis'ta Estergon (Gran)'un anahtarlari ile Ferdinand'in iki mektubunu getirecek olan elçi Cornelius, Osmanli elçisi ile Istanbul'a hareket eder. Böylece çavus (Osmanli elçisi) elverisli bir cevapla geri gönderilmis oluyordu. Istanbul'da yapilan görüsmeler ise 22 Haziran l533'te antlasma ile sonuçlanmisti. Bu antlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerindeki veraset iddialarindan vaz geçecekti. Sadece Macaristan'da fiilen hâkim oldugu topraklar kendisine ait sayilacakti. Elindeki bu topraklar için de her yil 30.000 altin verecekti. Ayrica protokol geregi Ferdinand, Osmanli Vezir-i A'zami Ibrahim Pasa ile müsavi (Esit, denk) sayilacakti. Kaynaklar, elçilerin Pâdisah'in huzurunda yaptiklari konusma hakkinda dikkat çeken bilgiler vermektedirler. Buna göre Pâdisah'in huzuruna kabul edilen elçiler, Ibrahim Pasa'nin kendilerine verdigi tâlimat dairesinde konusarak, Sultan'a "Oglun Kral Ferdinand, senin mâlik oldugun seyleri kendi mali ve kendisinin sahip oldugu memleketleri senin mülkün addeder, çünkü o, senin oglundur" dediler. Buna karsilik Pâdisah, oglu Ferdinand'in dostlarinin dostu ve düsmanlarinin düsmani olacagini bildirir. Bu antlasmadan sonra Ferdinand ile Zapolyai'nin hâkim olduklari yerler, bir sinir hatti ile Osmanli temsilcileri nezâretinde belirlenecekti.

Bu antlasma geregince biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti'nin himayesi altinda Jan Zapolyai'ye, digeri de vergi vermek sartiyla Ferdinand'a ait iki Macaristan ortaya çikiyordu. Bu antlasma, Macaristan meselesini bir müddet için halletmis ve Osmanlilarin dogu proplemi ile ilgilenmelerine firsat vermisti.

Görüldügü gibi Osmanli kilicindan gözü yilan Ferdinand, Macar tahti üzerindeki hakkini da kayb ederek baris istemek zorunda kalinca, Orta macaristan'da kendisine birakilan bir kalenin idaresine razi olarak protokol geregince Pâdisah'a "Pederim", Vezir-i A'zam'a da "Birâderim" diye hitab etmek zorunda kalir. Fakat yillarca sonra Zapolya'nin ölümüyle taht vârisi küçük Sigismund'u tanimak istemeyerek tekrar ayaklanacak ve ana Kraliçe Isabella'nin yine Osmanlilari yardima çagirmasiyle, Macaristan'in durumu yeniden gözden geçirilerek Budin tamamen Osmanli idaresine geçecektir.

Jan Zapolyai'nin l540 yilindaki ölümü üzerine Macaristan isleri yeniden karismaya baslar. Zapolyai'nin esi kocasinin ölümünden önce bir erkek çocuk dünyaya getirmisti. Kraliçe Isabella (Veya Elizabet), Istanbul'a bir elçilik heyeti göndererek oglu Sigismund'un Macar Krali olmasi istirhaminda bulunmustu. Bu istirham üzerine Osmanli Devleti, kendisine teminat vermisti. Fakat, Zapolyai'nin öldügünü duyan Ferdinand ile Sarlken'in kuvvetleri, Budin'i muhasara ederler. Bununla beraber herhangi bir basari elde edemezler. Bu durum karsisinda Macaristan'a yeni bir sefer yapilma mecburiyeti dogar.

Osmanli hükümdari, l54l senesinin Ilkbahar'indaki hareketinden evvel, Budin'in Ferdinand'in eline geçmemesi için derhal Rumeli Beylerbeyi, arkasindan da üçüncü vezir Sokullu Mehmed Pasa'yi 3 bin yeniçeri ve süvari kuvvetleriyle gönderir. Bundan sonra da bizzat kendisi sefere çikar. Budin'i kurtarmaya giden kuvvetler, bir aydan fazla ugrastiklari halde düsmani tarda (Kovmaya) muvaffak olamamislardi. Bu arada Budin'i almaktan ümidini kesen ve asil ordunun yaklasmakta oldugunu duyan Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak istedilerse de muvaffak olamayarak tamamina yakin bir kismi imha edillir. Ordugâhlari da Türklerin eline geçer. Baskomutanlari olan Rokendorf yakalanarak Komaran mevkiinde öldürülür. Pâdisah'in komutasindaki ordu Budin'e yaklastigi sirada böyle basarili bir haber alinir.

Bu savas esnasinda Avusturyalilar, ordugahlarinin etrafina hendekler kazip manialar koyduklari ve "Istabur - Tabur" adi verilen istihkâmlari yapmislardi. Macarlarca bu tahkimata verilen "Tabur" adi, tarihlerimizde "Istabur" seklinde ifade edildiginden, Kanunî'nin bu dördüncü Macaristan seferine "Istabur seferi" adi verilmistir.

Budin'e gelindikten sonra küçük kral, Pâdisah'in sehir disindaki karargâhina getirilir. Daha önce verilen karar geregi piyade kuvvetleri Budin'e girerler. Kraliçeye küçük Kral Sigismund büyüyünceye kadar Budin'in Türk idaresinde kalacagi söylenir. Sigismund, altin ve lâciverd damgali ahidnâme ile kendisine nâib olan annesiyle birlikte Zapolyai'nin eski beylik mahalli olan Erdel (Transilvanya)'e gönderilir.

Bu ugulama ile daha önce Zapolyai'nin idaresinde bulunan Macaristan dogrudan dogruya Osmanli topraklarina ilhak olunup on iki sancaklik Budin Beylerbeyligi tesekkül ettirilmis oldu. Bu Beylerbeylige de Bagdad Valisi olup aslen Macar olan Süleyman Pasa tayin olunur. Bundan sonra Macaristan'da derhal arazi tahriri yaptirilmistir. Böylece Macaristan, Osmanlilara, Ferdinand'a ve bir de Erdel'de Sigismund'a ait olmak üzere üç kisma bölünmüs olur.

Böylece, bir buçuk asir Türk hâkmiyetinde kalacak olan Macar topraklarinin yönetimi hususunda son derece akillica hareket eden Osmanlilar, Budin'e tayin edilecek Pasalari devamlı olarak birinci derecede degerli kimseler arasindan seçiyorlardi. Onlar, bu insanlarin hem muktedir bir serdar hem siyasî kuvveti olan bir diplomat hem de ahlâkça son derece mazbut, mert, dürüst ve faziletli kimseler olmasina bilhassa dikkat ediyorlardi.

Artik Osmanli idaresinde gelisme imkâni bulan bir Macar medeniyeti ve bu medeniyet ile yaris ve baris halinde olan bir Müslüman Türk dünyasi, ayni cografya üstünde yasiyorlardi. Bir taraftan Macarlar'dan devr alinan kültür ve medeniyet mirasi diyebilecegimiz eserler muhafaza edilirken, bir taraftan da sehrin bir Müslüman Türk ülkesi haline gelmesi için garet sarfedilmistir. Bu gayret hareketi, sür'atle inkisaf etmistir. Böyece Budin, yüz yila varmadan saraylar, câmiler, mescidler, medreseler, sebiller, türbeler, tekkeler, imâretler, köprüler, hanlar, çarsilar, pazarlar, ziyâret ve mesirelerle tipik bir Müslüman Türk beldesi oluvermisti. Öyle ki, Macar topraklarindan fiskirircasina bu kültür ve medeniyet müesseselerinin yalniz isimleri üzerinde durup düsünmek bile idarî, askerî, ictimaî, hukukî ve kültürel mânada sâbit olmus Türk kasesini göstermeye kâfidir. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar, Budin'i önemli bir merkez olarak kabul ediyorlardi. Bilhassa Ila-yi kelimetullah için burayi hem maddî görüntü olarak hem de mânevî bakimdan bir Islâm sehri haline getirmeyi önemli ve vazgeçilmez bir hedef olarak görüyorlardi. Bu sebepledir ki, l54l'de Osmanli Devleti'ne ilhak olunan Macaristan topraklari, vaktiyle pâyitahtlik etmis sehirler gibi (Bagdad, Misir), devletin en mühim beldelerinden biri sayilan Budin merkez olmak üzere, yeni bir eyâlet teskil edilmis ve bütün diğer eyâletler gibi bir beylerbeyinin idaresi altina konulmustur. Bu sebeple Budin beylerbeyi olan pasanin protokol bakimindan önemli bir yeri bulunmakta idi. Koçulu kayiga binmek, rikâbta peyk ve solak yürütmek ve bazi tevcihatlarda bulunabilmek selâhiyetine sahip olmak ilk akla gelenler olarak belirtilebilir. Nitekim Budin Beylerbeyligi uhdesinde kalmak üzere 1574 yilinda vezir olan Sokullu Mustafa Pasa'ya gönderilen hükümde kendisinin, eskiden oldugu gibi mahlûl timar tevcihi, hisar müstahfizlari ve kethüda yeri tayini haklarina sahib oldugu açik bir ifade ile belirtilmistir. (BOA. MD. Nr. 26, s. 97.) Budin beylerbeyileri, meydana gelecek önemli hudud muharebelerinde toplanan kuvvetlere komutan olarak tayin edilir. Bu arada civar eyâletlerin komsu devletle olan ihtilaflari, diğer mahallî makamlar tarafından bir çözüme baglanamazsa o zaman Budin beylerbeyinin hakemligine müracaat olunurdu. Bundan baska, Budin'deki Pasa Sancagi haslarinin miktari, buradaki cebelîler ile diğer görevlilerin sayisi da bize Osmanlilar tarafından bu eyâlete ne denli önemin verildigini göstermektedir.

Bütün bu gelismelerden sonra Kanunî'nin Macaristan fütûhati ile ilgili siyasetine baktigimiz zaman, onun bir tek hedefinin oldugunu görürüz. O da ilâ-yi kelimetullah için buralara gitmek ve bu vasita ile Islâmiyeti daha uzaklara götürmektir. Gerçi özellikle günümüzde, zaman zaman, Kanu-nî'nin Macaristan ve Bati seferlerine sarf ettigi kudreti, emek, gayret ve masrafi tenkid edilerek bu gücün, Iran ile Türkistan taraflarina, baska bir ifade ile Türk ve Müslümanlarla meskûn sahalara harcanmasi ve bu sayede bunlarin önemli bir kisminin tek bir bayrak altinda toplanmasina çalismasi daha iyi olmazmiydi? Denilmektedir. Muhtemelen Mustafa Nuri Pasa da ayni sorulara muhatab olmus olmali ki, bu konuda çok güzel ve detayli bilgiler vermektedir. M. Tayyib Gökbilgin de kaynak belirtmeden büyük ölçüde bu görüsleri aynen kullanarak bu tenkidlere söyle cevap verir:
A) O dönem, günümüzden oldukça uzaktir. Binaenaleyh o devrin zihniyeti ile deger ölçülerini tamamen ve dogru bir şekilde kavramak mümkün olmayabilir. Bunun içindir ki, tarih ilmi ile ugrasanlar, ilgilendikleri dönemin olaylarini incelerken mümkün mertebe o günün sartlarini, anlayislarini, fikir ve düsünce akimlarini hesaba katmak zorundadirlar. Ancak bu sâyede dogruya yakin bir sonuca ulasabilirler.

B) Gerek Arap gerekse diğer Müslüman devletlerden zapt edilen topraklari, uzun zaman idaresi altinda tutmayi basaran Osmanli Devleti, bir mânada bu basarisini muazzam bir disiplin altinda yetistirdigi askerî gücüne borçludur. Halbuki bu ordunun kaynak ve çekirdegini "devsirme" dedigimiz sistemle gayr-i müslim tebeanin çocuklari teskil ediyordu. Devlet, Avrupa seferlerinde kayb ettigi nüfusun çok daha fazlasini bu yolla almak ve onlari müslümanlastirmak suretiyle kendi nüfusuna katarak kazançli çikiyordu. Bu sistem sâyesinde hem Kur'an'a muhalefet edilmiyor hem de savaslarda ölen veya yaralanmak suretiyle savasamayacak duruma gelen kendi asil Müslüman nüfusunu korumus oluyordu. Böylece Osmanli Devleti, Islâm'in intisarini (Yayilmasini) saglamis oluyordu. Halbuki elde edilen Müslüman ülkelerin çocuklari için böyle bir sey söz konusu olamazdi. Bu bakimdan Osmanli, Bati Hiristiyan dünyasi ile savasmakla dinî mânada daha kârli çikmis oluyordu.

C) Cihâdin faziletlerini de burada zikr etmek gerekir. Müslüman olmayan bir devletle cihâd yapmanin, diğer yerlerdeki gibi olmayip çok hayirli ve sevapli bir mücadele olmasi. Gerçekten, ilâ-yi kelimetullah için yapilan bir mücadele, baska bir ifade ile Islâm'in sesini, bundan haberdar olmayan yerlere ulastirmanin ne kadar hayirli bir is oldugu gerek Kur'an-i Kerim'de gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde açikça belirtilmistir. Bu sebeple Müslümanlar, cihâdla ilgili müjdelere nail olmak için devamlı olarak Müslüman olmayanlarla mücadeleye önem vermislerdir.

D) Ganimet elde etme arzusu. Fethedilen memleketlerin maddî imkânlarindan istifade etmenin de bu konuda etkisi düsünülebilir. Bu düsünce bir bakima dogrudur. Çünkü savasmak isteyen bir devlet veya ordunun paraya ihtiyaci olacaktir. Bu da nisbeten zengin yerlerden elde edilebilir. Orta Avrupa ve Macaristan için sefer yolu hem kisa hem de ulasilmasi bakimindan kolaydir. Bütün bunlara ilaveten sunlari da söylemek mümkündür:
XVI ve hatta daha sonraki asirlarda günümüzde oldugu gibi milliyet mefhumundan söz edilemez. Bu bakimdan Türklük diye bir sey de pek düsünülmüyordu. Binaenaleyh Türkmenistan'daki Türklerle bir birligin saglanmak istenmesi, milliyet bakimindan degil, onlarin da Müslüman ve özellikle Sünnî olmalarindan dolayi olabilirdi.

O zamanki Safevîler Iran'inda Siî Mezhebi hâkimdi. Etnik bakimindan bunlarin büyük bir ekseriyeti Türk ve Türkmen kabilelerinden (Kaçarlar, Afsarlar, Türkmenler vs.) olmakla beraber, mezheblerinin farkli (Siî) olmasi onlari, Osmanli Türklerinden derin bir uçurum ile ayiriyordu. Nitekim hem Sah Ismail hem de oglu Sah Tahmasb Türk idiler. Bununla beraber Iranlilik adina, Siî Mezhebi savunuculari olarak Sünnî Osmanlilarla kiyasiya mücadele ediyorlardi. Binaenaleyh bir birlik söz konusu olamazdi. Safevîler, Keyhüsrev'lerin, Dârâ'larin tahtinda âdeta eski Iranliligi temsil ediyorlardi.-
Bütün bu ifadelerden anlasildigina göre Kanunî Sultan Süleyman, Islâm birligine zarari dokunacak ve onu tehlikeye sokacak bir harekette bulunmadiklari müddetçe, Müslüman devletlerle ugrasmayi pek istemiyordu. Zira böyle bir ugrasma, ayni dine mensub insanlari birbirlerine düsürecek, bu da Islâm ümmetinin zayiflamasina sebep olacakti. Keza böyle bir savasta cihâd da söz konusu olmayacakti. Zira cihâd, gayr-i müslim devletlere karsi yapilan bir mücadele idi. Bu sebeple Kanunî, Müslüman Dogu ile ugrasmak yerine, Hiristiyan Bati ile ugrasmayi yeglemisti. Bununla beraber Islâm birligini tehhlikeye düsürecek veya kendi topraklarinda Sünnî Islâm akidesi yerine, Siî akideyi yerlestirmeye çalisanlara karsi harekete geçmekten de çekinmemistir. Nitekim Siî Mezebi akidesini yerlestirmeye çalisan Safevî Iran'la yapilan muharebeler ve bu muharebelerin basariya ulasip zaferle sonuçlanmasi için bas vurulan çareler bunu göstermektedir.5. L543 Macaristan SeferiBudin'den dönen ve kişi Edirne'de geçiren Kanunî, Istanbul'a geldiginde Ferdinand'in elçileri gelerek eski isteklerini tekrarladilar. Buna göre Avusturya elçisi, Macaristan'in terk edilip kendilerine verilme karsiliginda senede l00.000 duka altin vergi vermeyi taahud ediyordu. Fakat Osmanli Pâdisahi Kanunî böyle bir teklife sicak bakmadigindan elçi, 9 Ekim l542'de geri dönmüstü. Bu arada Ferdinand, degisik milletlerden mütesekkil ve takriben 80.000 kisilik bir ordu topamis bulunuyordu. Ferdinand'in bu büyük hareketini Fransiz elçisi vasitasiyle haber alan Osmanlilar, Budin'e yardım göndermek için derhal hazirliklara baslarlar. Tuna'yi takiben Peste önlerine gelen bu büyük ordu, 8.000 kisilik bir kuvvet tarafından müdafaa edilen kaleyi muhasara altina alir. Osmanli kuvvetlerine göre sayica kat kat üstün olan bu ordu, yedi günlük bir kusatmadan sonra Kanuni'nin büyük bir ordu ile gelmekte oldugu haberini alinca bozguna ugrayip geri çekilmek zorunda kalir.

Peste muhasarasinin duyulmasi üzerine gerekli hazirliklarini tamamlayan Kanunî Sultan Süleyman, yanında oglu Sehzâde Bâyezid oldugu halde 18 Muharrem 950 (23 Nisan 1543)'de Istanbul'dan Macaristan üzerine hareket eder. Bu sirada önden gönderilen Osmanli kuvvetleri ile hudud beyleri, Pojega civarindaki bazi kaleleri, Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi zaptettikten sonra Siklos'u kusatirlar. Bu siralarda Ösek'e gelmis bulunan Kanunî, Siklos'un kusatilmasina yardima gider. Böylece kale 8 Temmuz l543'te alinir. Bu arada Pecs (Peçuy) sehri de teslim olmustu. Bundan sonra Kanunî Budin'e gelir. Gerekli malzemelerin yetismesi üzerine daha önce Osmanlilar tarafından feth edilen ve bilahere tekrar Avusturyalilar tarafından zaptedilen Estergon üzerine varilir. Kusatma altindaki kalenin müdafileri teslim teklifini kabul etmediklerinden şiddetli bir muharebe baslar. Dayanamayacaklarini anlayan kaledekiler, bir heyet göndererek l0 Agustos l543'te teslim olurlar. Estergon'un fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'in elinden eski Macar kirallarinin merkezi olan Gran (Estergon) ve Budin'in güney - batisinda Macar kirallarinin kabirlerinin bulundugu Istoni Belgrad (Stulvaysenburg) ile Drava nehri üzerindeki Valpo, Siklos ve Tata gibi yerler alinir. Böylece bu harekât sonucunda Budin'in emniyeti için civardaki kalelerin zapti ve eyalete ilhaki gerçeklesmis olur. Kanunî, Istanbul'a dönüs sirasinda Saruhan sancakbeyi olan oglu Mehmed'in Manisa'da vefat ettigi haberini alarak büyük bir üzüntü ile sarsilir. Bu yüzden mateme bürünür. Istanbul'a gedikten sonra da oglunun nâsinin Manisa'dan Istanbul'a getirilmesini emrederek l8 Saban'da Bâyezid Camii'nde bütün Istanbul halki ile cenaze namazini eda eder. Yine Pâdisah'in emir ve arzusu üzerine cenaze, Sehzade Camii yanındaki hazireye defn olunur. Kanunî'nin zafer sevincini yasayamamasinin sebebi olan Sehzâde'nin ölümü ile ilgili belge, onun ölümünü su ifadelerle nakleder: "Sehzâde-i saidu'l-baht Sultan Mehmed, Estergon Belgrad ve nice kal'alar fethi için müjdegâneye gelen aga ki, sene 950 ve Saban'in gurresinde (İlk günü) vaki olan Çarsamba günü gelüp donanma oldugu gün hasta olup alti gün sahibfiras (Yatakta yatip) yedinci sülesa (Sali) gecesi fevt olup azim matem olup mah-i mezburun (Belirtilen ay) dokuzuncu Çarsambasi günü Lala Pasa, Defterdar Ibrahim Çelebi ve nice agalar Islambol'a maiyyetin alip gittiler. "
Bütün çabalarina ragmen Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlayan ve her seferde ellerindeki mühim sehir ve kalelerin bir kismini kayb eden Ferdinand ile Sarlken, baslangiçta bir mütareke, daha sonra da bes yillik bir baris antlasmasi yaparlar. Haziran l547'de bes yil için imzalanan bu muahede (Antlasma), bir mütareke mahiyetinde kalir. Zira meydana çikan Erdel hâdisesi, harbin yeniden baslamasina sebep olur.

Daha önce de temas edildiği gibi Erdel Kiraliçesi yani eski Macar Kirali Jan Zapolyai'nin zevcesi Izabella, Osmanlilarin himayesinde idi. Kiraliçenin maiyetindeki müsavirlerden birisi Ferdinand taraftari olup Erdel'in buna verilmesine çalisiyordu. Bu duruma vâkif olan Osmanli Devleti, Ferdinand'i tehdit ettiyse de Ferdinand buna aldiris etmez. Zira bu siralarda Osmanli ordusunun Iran seferinde oldugunu bildiginden kendisine bir sey yapamayacagindan emindi.

Kanunî, Avusturya kuvvetlerinin Erdel'e girdigine kani olunca Avusturya elçisinden durumu sordurtarak onu haps ettirdigi gibi Rumeli Beylerbeyi Sokullu Mehmed Pasa'yi Erdel üzerine yürümekle görevlendirmisti.

10 Temmuz l55l'de Sofya'dan areket eden Sokullu, bir müddet sonra 7 Eylül'de Slankamen'den ayrilarak Beçe önlerine gelip burayi ele geçirir. Ayrica, Beçkerek ve Çanad'dan baska oniki kaleyi daha zaptederek Osmanli hâkimiyetine katar. Lipva'yi da kolaylikla ele geçirdikten sonra Timisvar'i kusatir. Fakat iklim sartlarinin müsait olmamasi üzerine Belgrad'a döner.

Sokullu Mehmed Pasa'nin çekilmesi üzerine Avusturya ordusu Erdel'e girerek lipva'yi geri aldigi gibi Segedin'i de muhasara eder. Bu sirada Segedin sancakbeyi olan Mihal oglu Hizir Bey'in iç kaleye kapanip, Budin Beylerbeyi olan Hadim Ali Pasa'yi keyfiyetten haberdar etmesi üzerine Segedin önlerine gelen Ali Pasa, Avusturya ordusunu imha etmisti.

Iki taraf arasindaki savas 970 (1562) yilina kadar sürer. Bu tarihte Ferdinand, Busbecq adindaki elçisini anlasmak üzere Istanbul'a gönderir. Yine bu sirada Sarlken'in çekilmesinden dolayi Ferdinand bes seneden beri Alman Imparatoru bulunuyordu. Böylece en son olarak Ferdinand, Erdel (Transilvanya)'den vaz geçmis ve eskisi gibi elinde bulunan Macaristan için 30.000 duka altini kabul ile sekiz senelik bir muahede imzalamisti (L562).6. Bogdan SeferiBogdan, II. Bâyezid döneminden beri Osmanlilar'a bagli bir voyvodalik haline getirilmisti. Bogdan voyvodaligi, Kili ve Akkirman kaleleri alindiktan sonra siki bir şekilde devletin nüfuzu altina girmislerdi. Bunlar, yarim asirdan daha fazla bir süre devleti ugrastiracak hareketlerde bulunmamislardi. Her ne kadar voyvodalik zaman zaman vergisini vermekte ihmal göstermisse de buna Iran, Misir ve Macaristan seferleri münasebetiyle göz yumulmus ve sadece ikaz ile iktifa edilmisti.

Kanunî, Macaristan seferi sirasinda Voyvoda Petru Rares'e bir berat göndererek, burayi onun idaresine birakmisti. Voyvodalik, her yil Osmanli Devleti'ne 4000 duka altin, 40 kisrak ve 20 tay göndermekle yükümlü tutulmustu. Bunun içindir ki Voyvoda Petru Rares, Viyana seferi esnasinda orduya elçisini göndererek sadakatini te'yid ile bu seferinden avdette de vergisi olan 4000 duka altin ile 40 kisrak ve 20 taydan ibaret olan vergisini bizzat takdim etmisti. Hammer, Rares'in Osmanlilar'a getirdigi vergiler konusu ile onun, Kanunî tarafından karsilanisi ve kendisine yapilan muameleyi su ifadelerle nakletmektedir: "Sultan Süleyman, Viyana'dan dönüsünde kararlistirilan hediyeleri bizzat Rares'ten alarak karsiliginda bir samur kürk (Vezirlere mahsus elbise), iki tug (Sancakbeyi alâmeti), bir kuka (Yeniçeri ortabasilarinin serpusu) hediye eder. "
Petru Rares, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmakla birlikte hariçten yapilan tesirlerle gizlice Osmanli Devleti'nin aleyhine çalismaya baslamisti. Nitekim gizlice Ferdinand ile muhabere ve müzakerelere baslamis bulunan Petru Rares, o siralarda karisikliklar içinde bulunan Erdel'e tecavüz ettigi gibi, Zapolyai'ye karsi Ferdinand ile gizlice temasa geçmisti. Bundan baska göndermekle yükümlü oldugu vergileri de göndermemeye baslamisti. Keza, Osmanli Devleti'nin o taraflardaki mutemed adami olup Osmanlilar'a bagli bir hükümet kurmak üzere Erdel'e gönderilmis bulunan Venedikli Gritti'yi de öldürtmüstü.

Iste Rares'in bu neviden faaliyeteri ve Lehlilerle iyi geçinmeyip onlar tarafından voyvodanin azledilmesi hususunda vaki olan müracaatlar sonrasi Kanunî l538 Mayis'inda Bogdan üzerine yürümeyi kararlastirir. Ancak bu kararini gizli tutar. Barbaros'un donanma ile denize açildigi (7 Temmuz)'nin ertesi günü Istanbul'dan hareket eden Osmanli ordusu, Edirne'ye ulasip oradan hareket ettigi zaman Kanunî "Seferimiz Bogdan üzerinedir" diyecektir. Ordu, Sultançayiri denen mevkide iken Rares'ten gelen bir elçi, emre itaat edilecegini bildirmis, ancak Kanunî, ona verdigi mektupta, Rares'in hirçirlik ve azginliga son vermesi ve gelip itaat arzetmesi halinde ona karsi merhametli davranacagini bildirmisti. Bununla beraber alinan haberlerden Rares'in samimi olmadigi anlasilmis olduğundan sefere devam edilmistir. Osmanli ordusunun harekâti karsisinda dehsete düsen Rares, Transilvanya içlerine dogru kaçmaktan baska bir çare bulamamisti. Osmanli ordusu ise Yas sehrini yakip yiktigi gibi l6 Eylül l538'de Voyvodanin merkezi olan Suceva sehrini de alir. Bu sehrin fevkalade müstahkem bir kalesi olmasina ragmen sehir halki, mukavemet edemiyecegini anladigindan, kale anahtarilarini getirip Osmanli kuvvetlerine teslim eder. Bunun üzerine Kanunî, sehirde umumi af ilan ederek beylerin kendi aralarindan bir voyvoda seçmelerini ister. Seçilen voyvoda ise Kanunî tarafından intihab olunur ki bu, muhtemelen Petru Rares'in kardesi olan Stefan Lacusta'dir. Kanunî, bu yeni voyvodaya bir de berat verir.

Bu seferin sonunda Osmanlilar, Prut ile Diniester nehirleri arasinda kalan yerleri ellerine geçirmislerdi. Elde edilen bu yerler, bir sancak haline getirilmisti. Bundan baska yiktirilan Kili kalesi yeniden insa edilmis, Akkirman ise müstahkem bir hâle getirilmisti. Yine bu esnada Bender sehri de ele geçirilmisti. Bogdan meselesinin hallinden sonra Osmanli ordusu geri dönmüs, sefere katilmis bulunan Kirim Hani Sahib Giray'a da geri dönme izni verilmisti. Osmanli ordusunun dönüsünden sonra, beylerin seçtigi ve Kanunî'nin göreve getirdigi yeni voyvoda ile yeni idareciler, vaziyete hâkim olamazlar. Bunun üzerine Kanunî Sultan Süleyman, Rares'i Istanbul'a davet ederek ikinci defa voyvodaligi ona verir.

ANADOLU'DAKI IÇ ISYANLAR


Kanunî döneminin önemli iç olaylarindan biri de Bozok bölgesinde ortaya çikan Siî karekterli iç isyanlardir. Bu isyanlardan biri, Kanunî'nin, Mohaç seferine çikip Budin'e dogru ilerlemekte oldugu bir sirada patlak vermisti. Genel olarak bu isyanlar, Safevîlerin, II. Bâyezid ile Yavuz Sultan Selim devirlerinden beri Anadolu'daki tahrikleri sonucunda Siî temayüllü Türkmen gruplarinin çikardiklari isyanlarin devami mahiyetinde idiler. Yavuz Sultan Selim devrinde siddet ve güçlükle teskin edilebilen Safevî propagandasi, Sah Ismail'in oglu Tahmasb'in tahta geçmesi ile yeniden hiz kazanir. Oldukça genis cephelerde cereyan eden bu isyanin baslica kiskirticisi ve müsebbibi, Safevîlerin mezheb organizasyonuna bagli olarak yürüttükleri, sistemli propaganda ile gizli ve isyankâr faaliyetleri idi. Bunlar tek merkezden idare ediliyor ve her tarafta, hemen hemen her zaman görülebilecek mahallî bazi haksizlik ve uygulamalar büyütülerek, türlü sekillerle muayyen zümreler tahrik ediliyordu. Birçok yerde birden patlak veren ve bir plan dahilinde oldugu, müsterek hareketlerinden anlasilan bu isyan tesebbüslerinin Safevîler tarafından idare edildigini gösterecek pek çok sebep vardir. Osmanli Devleti'nin, Budin'deki harple mesgul olmasi, Iran'i harekete sevketmisti. Böylece Iran, Sarlken ile Ferdinand'a yardım etmis oluyordu. Isyan hareketini büyüten islerin basinda, yapilan Iran propagandasi ile timar ve tahrir sebebiyle gayr-i memnun bir sinifin ortaya çikmasiydi. Nitekim Bozok sancagi tahriri esnasinda tahrir memurlarinin yaptiklari haksizlik, kisa zamanda bölgede bir ayaklanmaninin baslamasina sebep olmustur.

Bu ayaklanma, Süglün Koca ve oglu Sah Veli ile Safevî halifesi (Ajani) Zünnûn adli kimselerin birlesmek suretiyle etraflarina Bozok Türkmenlerini toplayarak harekete geçmeleri ile baslamisti. Onlar, bölgede bulunan Müslihiddin adindaki kadi, onun katibi Mehmed ve Hersekzâde Ahmed Pasa'nin oglu olan Sancakbeyi Mustafa Bey'i öldürürler. Beyleri Sehsuvar oglu Ali Bey'in ölümünden dolayi kirgin olan Dulkadir Türkmenleri'nin katilmasiyle isyan daha da büyümüs, Kayseri civarinda Karaman Beylerbeyi Hurrem Pasa'yi yenen âsiler, Tokat taraflarina hâkim olmuslardi. Nihayet Höyüklü mevkiinde sikistirilan âsilerle yapilan mücadelede (26 Eylül l526) âsilerin ele basilari öldürülmüstü. Bununla beraber dagilan âsi guruhu yeniden toparlanarak ani bir saldiri ile Rum (Sivas) Beylerbeyi olan Hüseyin Pasa'yi agir yaralayip, ölümüne sebep olurar. Fakat güçsüz âsiler, Diyarbekir Beylerbeyisi Hüsrev Pasa'nin kuvvetleri karsisinda dagilmaktan baska çare bulamazlar.

1527'de Adana taraflarinda çikan isyan ise Adana Beyi Pîrî Bey tarafından bastirilmistir. Ancak bu iki isyanin hemen akabinde, Karaman'dan Maras'a kadar uzanan bölgede büyük bir isyan daha çikar. Bu isyan hareketinin liderligini, Haci Bektas Veli sülalesinden oldugunu iddia eden ve Haci Bektas Zâviyesi Post-nisini Kalender Çelebi yapmaktaydi. Sah ünvani da verilen Kalender'in, mevkii sebebiyle kisa zamanda yanında 30 bin kişi toplanmisti. Bunlar, Siîligin iyice nüfuz ettigi, siki kayitlar yerine nisbeten serbest yasamaya alismis, devletin birtakim mükellefiyetlerinden gayr-i memnun konar göçer Türkmen gruplari idi. Kalender'in isyani haberi, Mohaç'tan dönmekte olan Kanunî'ye ulasinca derhal tedbir alinmasi için emirler göndermis, Istanbul'a vardiginda da Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi isyani bastirmakla görevlendirmisti. Ibrahim Pasa, üç bin yeniçeri ve iki bin sipahiden mürekkeb bir kuvvetle tenkil için sevk olunmustu.

Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa ve Karaman Beylerbeyi Mahmud Pasa'nin eyâlet askerleri ile Cincife mevkiinde âsilere maglub olmalari üzerine Ibrahim Pasa, birtakim ön tedbirler alma geregini duyar. Bu cümleden olarak o, daha isin basinda, Kalender'in önünde maglub olan askeri, henüz harbe girmemis olan kendi kuvvetleri ile temas ettirmez. Bundan sonra sadece Kapikulu askerlerini yanında tutar. Yenilgi haberini Dulkadir Eyâleti'nde alan Ibrahim Pasa, sür'atle Elbistan'a gider. Pasa, bu isyan kuvvetlerinin üzerine yürüyüp bosu bosuna Müslüman kani dökmektense, siyasî tedbirlerle hareketin sebebini ortadan kaldirmak yolunu tutarak adâlet uygulamaya baslar. Zulüm ve gadrleri görülen ümerâyi cezalandirir. Haksiz olarak zaptedildigi görülen timarlari sahiplerine iade edip, bunlarin merkezî hükümetin rizasi olmadan yapildigini göstermeye çalisir. Kalender Sah'in etrafindaki kimseleri, kaçak olarak giden casuslari vâsitasiyle bundan haberdar edip, dehâlet edeceklerin affedilerek eski vazifelerine iade edileceklerini ilan ettirir. Gelenlere iltifat göstererek âsinin etrafindaki Türkmen asiretlerini kendi tarafina çeker. Sadrazamin bu sekildeki âdil davranisi, Kalender Sah'in etrafindaki kuvvetlerin derhal çözülmelerine sebep olur. Böylece o, Dulkadir Türkmenleri'ni kazanarak onlarin, Kalender'in yanından ayrilmasini saglar. Bunun sonucu olarak kuvvetleri büyük ölçüde azalan âsiler üzerine çok itimad ettigi adamlarinin komutasinda küçük birer müfreze göndererek 22 Ramazan 933 (2l Haziran l527)'de Bas Sariz (Veya Bassaz mevkii) Yaylagi'ndaki Kalender'i Iran'a kaçmadan yakalatip basini kestirir.

Ibrahim Pasa, bu isyanin bastirilmasindan sonra Istanbul'a döner. Bu isyan hâdiseleri merkezî hükümeti ciddi tedbirler almaya sevkeder. Bunun için her tarafa tahkik heyetleri gönderilir. Bu heyetler sâyesinde halkin sikâyet ettigi konular düzeltilir. Böylece gayr-i memnunluk zorla degil, hüsn-i tedbirle giderildi ki, bu, Osmanli idaresinin karekteristik vasiflarindan birini teskil eder. Herhalde asirlarca Devlet'in varligini devam ettirmesini saglayan prensiplerin mahiyeti bu neviden davranislar sayesinde mümkün olmustur.

Yukarida zikredilen isyanlardan iki sene sonra yani H. 935 (M. L529)'de Adana civarinda basina 5 bin kişi toplayan Seydi ve sonradan ona iltihak eden Inciryemez adli Kizilbas âsilerinin çikardiklari isyan da Ramazan ogullarindan Adana Beyi Pîrî Bey tarafından siddetle bastirilarak ele basilari ele geçirilip öldürülmüslerdi.

Anadolu'da cereyan eden bu isyanlar sirasinda Istanbul'da Molla Kabiz adinda birisi, câmilerde, Hz. Isa'nin Hz. Muhammed'den daha üstün oldugu seklindeki görüslerini, âyet ile hadisleri kendine göre te'vil ederek halka yaymaya baslamisti.

Çagdas tarihçi ve devlet adami Celâlzâde Mustafa'nin "erbab-i ilimden" oldugunu söyledigi Molla Kabiz, Kanunî devrinin ilk yillarinda bir zindiklik yoluna sapmis görünmektedir. Celâlzâde'nin ifadesine göre, Molla Kabiz'in itikadina fesad gelmis, dalalet yoluna saparak harabatî bir hayat yasamaya baslamistir. Hâdiseyi sadece dinî münakasa degil, ayni zamanda milli bir emniyet meselesi olarak gören Osmanli hükümeti, fikir ve görüsleri, Seyhülislâm Kemal Pasazâde tarafından ilmî delillerle bu fikirleri çürütülmesine ragmen, yine de iddiasindan vaz geçmeyen Molla Kabiz'i ölüm cezasina çarptiracaktir.

Dönemin fikir, düsünce ve anlayisini ortaya koymasi; gerek devlet adamlarinin gerekse hükümdarin benzer olaylara bakisi açisindan önemli bir hâdise olan Molla Kabiz olayina ana hatlariyla temas etmek gerekir.

Biraz önce belirtildigi gibi Hz. Peygamber aleyhinde konusan Molla Kabiz, 8 Safer 934 günü bazi kimseler tarafından Divan-i Humayûn'a getirilir. Çünkü o, "daire-i ser' ve edebten hurucuna ulemadan bazi sahib-i gayret kimesneler tahammül etmeyüp bi'l-fiil Server-i kâinat üzerine (S. A. S.) Hz. Isa'yi tafdil edüp mezkuru Divan-i Humayûna getirirler. " Divan'da bulunan pasalar, bu meselenin bir "ser'-i serif" isi oldugunu düsünerek olayi Divan üyesi olarak orada hazir bulunan kadiaskerlere havale ederler. Bu sirada Fenarîzâde Muhyiddin Çelebi Rumeli, Kadirî Çelebi de Anadolu kadiaskeri bulunmakta idiler. Dâvasini açiklamasi istenilen Molla Kabiz, inandigi seyleri oldugu gibi anlatinca, her iki kadiasker de gazaba gelerek katlini emrederler.

Gerek Kabiz'in gerekse kadiaskerlerin buradaki davranislari ilgi çekici bir mâhiyet arzediyor. Kabiz, iddiasini ortaya koyduktan sonra bunu destekleyen bazi âyet ve hadisleri nakledip bunlarin açiklamalarini yapiyordu. Bu yolla delillerini ortaya koyduktan sonra, israrla dâvasinin dogru oldugunu söylüyordu. Halbuki, Molla Kabiz'in açiklamalari ile ilgili bazi ser'î meselelerin kadiaskerlerin hatirinda bulunmadigi anlasiliyordu. Bu sebeple her ikisinin de ser'î icaplara göre cevap vermekten âciz bulunduklari görülüyordu. Bundan dolayi itidal yolunu terk edip gurur ve gafletin istilasina ugramislardi. Böylece bu iki kadiaskerin, isgal etmekte olduklari mevkilerin tam mânasiyle ehli olmadiklari meydana çikiyordu. Celâlzâde'nin ifadesine göre Molla Kabiz'in iddialarina makul cevaplar veremeyen bu iki kadiasker, derhal katlini isterler. Buna karsilik Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa ". Bu sahsin müddeasi, ser'-i serife muhalif olup hata ise ol hatayi gösterüb. " bu konudaki süpheleri gidermek gerekir, "ser' ile cevabini verin. " kizmak ve gazaba gelmek suretiyle edeb hududlarini asan bir durum meydana getirmek ilim ve akil erbabina lâyik degildir" seklinde konustugu halde onlar Molla Kabiz'i inandigi fikirlerden döndürecek bir sey söyleyememislerdi. Böylece Molla Kabiz'in kadiaskerler karsisindaki ilmî üstünlügünü dikkate alan pasalar, Divan'i tatil edip Molla Kabiz'i da serbest birakirlar.

Ancak bu durumu, pasalarin oturdugu "tasra divanhâne üzerinde" kafes arkasindan takib etmekte olan devrin hükümdari Kanunî Sultan Süleyman, vezirler huzuruna girer girmez, onlara hitab ile ". Bir mülhid, Divânimiza gelüp Peygamberimiz iki cihan fahrina tafdil-i Hz. Isa eyleyüp müddeasi isbatinda ekavil-i bâtili tezyil eyleye, şüphesi zâil olmayup ve cevabi verilmeyüb, niçin hakkindan gelinmedi.?" demistir. Bunun üzerine tekrar Divân'a getirtilen Molla Kabiz'in iddialarini çürütmek üzere dönemin mümtaz bir simasi olan Seyhülislâm Kemal Pasazâde ile Istanbul kadisi Mevlâna Sa'deddin Divâna dâvet edilirler. Müfti'l-müslimîn olan Kemal Pasazâde Hazretleri büyük bir "hilm" ve "edeb" üzre Kabiz'in iddiasini sorup ögrenir. Kabiz, okudugu bâzi âyet ve hadislere dayanarak eski iddiasini tekrarlar. Bunun üzerine Seyhülislâm onun okudugu âyet ve hadislerin mânalarini açiklayip gerçegi ortaya koyar. Celâlzâde Mustafa burada su ifadeleri kullanir: " Tamam itikadini beyan ve ayân edicek kaide-i ilmiye üzre kendisinin su-i fehm ve idrakini gösterüp süphelerini tamam izâle eylediler. Böylece hak (Gerçek) zâhir ve bâhir oldu. Bu açiklamalar karsisinda Molla Kabiz, dili tutulurcasina susmak zorunda kalir. Kaynagimizin dili ile "Kabiz'a sukût âriz olup tekellüm ve nutka mecali kalmayup melzûm ve mebhût oldu. " Kabiz susunca Kemal Pasazâde ayni yumusaklikla ona hitab ederek ". İste hak ne idügü zâhir olup malum oldu, dahi sözün varmidir. " bâtil inancindan vazgeçerek "hakki kabul edermisin?" dedi. Molla Kabiz iddiasinda israr ederek bu teklifi kabul etmez. Bundan sonra Müftü (Seyhülislâm) Istanbul Kadisi'na dönerek "fetva emri tamam oldu. Ser' ile lâzim geleni siz hükm idün. " teklifinde bulunur. Istanbul Kadisi da Kabiz'a hitab ile Ehl-i sünnet mezhebi üzerine, temiz inanç yoluna dönüp dönmedigini tekrar sorar. Fakat Kabiz inancinda israr etmekte idi. Bunun üzerine katline hüküm verilir.

IRAN SEFERLERI


Yavuz Sultan Selim'in vefati üzerine yeni umutlara kapilan Sah Ismail, Anadolu'daki propaganda faaliyetlerini artirdigi gibi Kanunî'nin tahta çikisini da tebrik etmemisti. Bununla beraber Osmanlilar'in Avrupa'daki basarilari ve kendisinin Iran'daki mesguliyeti, onu zahirî bir dostuk gösterisine itmisti. Sah Ismail'in ölümü ve çocuk yastaki (Onbir yasinda) I. Sah Tahmasb'in tahta geçmesi, Iran'da karisikliklara sebebiyet vermis, bu arada Gilan hükümdari ve Iran'daki Sünnî ulema Osmanlilar'dan yardım istemisti. Kanunî'nin niyeti ise Türkistan'a varincaya kadar bütün Türk illerini bir bayrak altinda toplamak ve Kizilbas-Safevî tehlikesinin kökünü kazimakti. Bu maksatla daha Mohaç seferine çikmadan önce Dogu'ya bir sefer yapmayi düsünmüstü. Nitekim o, Gilân Hâkimi'ne mektup yollarken, Sah Tahmasb'a da bir "Tehdidnâme" göndererek söyle diyordu:

"Niçin dergâh-i cihanpenâh ve bargah-i felek istibahimiza adam gönderub arz-i ubûdiyet ve can sipari ve izhar-i rikkiyet ve hâksarî etmedin? Bu noksan akilla tamam gururun ve daire-i dalaletten adem-i udûlun (Sapiklik yolundan dönmeyisin) olmagin "insaalluhu'l-eazz ve'l-ekrem" benim dahi an karîb diyar-i sarka teveccüh-i humayûn ve azimet-i meymunuma mûcib ve bais oldu. Otag-i gerdûn nitak, arazi-i Tebriz ve Azerbaycan ve belki Memâlik-i Iran ve turan vesair vilâyet-i Semerkand ü Horasan sahralarinda kurulmak mukarrer oldu. "
Avusturyalilar'la yapilan antlasma üzerine Bati'dan nisbeten emin olan Kanunî, Dogu ile ciddi bir şekilde ilgilenmeye karar verir. Nihayet meydana gelen iki önemli hâdise, Iran'a harbin açilmasina sebep olur.

Bunlardan birisi, Bagdad'i ele geçiren Zülfikar Bey'in, Osmanlilar'a müracaatla sehrin anahtarlarini Istanbul'a göndermesi idi. Bu siralarda Osmanlilar, Viyana kusatmasi ile mesgul olduklarindan Tahmasb, yeniden Bagdad'i ele geçirmisti. Bölgede cereyan eden bu hâdiseler, çagdas bir arastirmada teferruatli bir şekilde anlatilir. Bununla beraber biz, fazla teferruata girmeden olaylari kisaca vermek istiyoruz. Öyle anlasiliyor ki, Kanunî'nin çikacagi I. Dogu seferinden önce, Bagdad ile Bitlis'te meydana gelen hâdiseler, ilk firsatta böyle bir seferin yapilmasini gerektiriyordu. Türkmen Musullu oymagina mensub Nohud Ali Sultan'in oglu olan Zülfikar Han, 934 (L528) yilinda Kelhur Hâkimi idi. Bu sirada Bagdad Beylerbeyisi olan amcasi Ibrahim Hân'in, yanında asker bulundurmadan yaylaga çikmasini firsat bilerek l0 Ramazan 934 (29 Mayis l528) günü bir baskinla onu öldüren Zülfikar Han, 40 gün kusattigi Bagdad sehrini öldürdügü amcasinin ogullarinin elinden alarak kendisini Bagdad Beylerbeyi ilan etmisti. Tebriz'in böyle bir oldu bittiyi tanimayacagini ve kendisini cezalandiracagini kestiren bu Türkmen Beyi, Sünnî sehir halki ile de anlasarak Bagdad'in anahtarlarini Kanunî'ye gönderdigi gibi onun adina Bagdad darphânesinde sikke kestirip hutbe okutmustu. Böylece buranin Osmanlilar'a bagliligini ilana baslamisti. Pâdisah, meshur Viyana seferi ile ugrastigindan, Irak'a yardımcı gönderemedi. Sonradan Sah Tahmasb, bir ordu ile gelerek Bagdad'i günlerce kusatmis ve sonunda 3 Sevval 935 (L0 Haziran l529) günü, yine Muslu boyundan Ali Bey'in, Zülfikar Han ile kardesi Ahmed Bey'i uyurken öldürmesi ile, Bagdad kalesini ele geçirir. Böylece, Irak merkezinin kendiliginden Osmanlilar'a tabi olusuna Istanbul'dan zamaninda yardım gelememesi, Pâdisahi manevî bir borç altina sokmus oldu.

Iran'a karsi harbin açilmasina sebep olan ikinci hâdise ise Iran beylerinden Ulama Han'in Osmanlilar'a, Osmanli ümerâsindan olan Bitlis Hâkimi Seref Han'in ise Safevîler'e siginmalaridir. Esasen, Osmanlilar'in Teke (Antalya) Türkmenlerinden olan ve l5ll "Sah - Kulu isyani"na katildiktan sonra Sah Ismail'in yanina kaçarak Safevîler'e iltica edip mansib alan Ulama Han, Azerbaycan Beylerbeyi olarak önemli bir siyasî mevkie sahipti. Bu sirada, Sah Ismail'in basveziri bulunan ve kendisi gibi Tekeli boyundan olan Çuha Sultan'in, Isafahan'in Kendiman yaylaginda Samlu Hüseyin Han tarafından öldürülmesini firsat bilerek kendisini vezir tayin ettirmek istemisti. Bu maksatla Sah'in yanina gitmek isterken, rakipleri onu âsi göstererek gözden düsürdüler. Samlu ve öteki Türkmen beylerinden ve bu arada Tekelülerin ezilmesinden ürken Ulama Han, kendi eyâletindeki sancaklardan Van'a gelerek, buradan, Osmanlilar'in hizmetine girecegini, Diyarbekir Beylerbeyisi araciligi ile Istanbul'a bildirir. Istanbul'dan gelen buyrukta, Bitlis Ocakli Beyi (IV.) Seref Bey'in "Ulama'nin aile fertleriyle birlikte Pâdisah dergâhina gönderilmesi "ne gayret etmesi bildirilmisti. Bitlis Hâkimi Seref Han vâsitasiyle Istanbul'a gelen Ulama, kendisine delâlet eden Seref Han aleyhine birtakim sözler sarfederek, onun Sah'a meyli oldugunu söylemisti. Köszeg muhasarasindan önce huzura kabul edilen Ulama Han'a, ocaklik statüsü kaldirilarak beylerbeyilik haline getirilen Bitlis tevcih olunmustu. Böyle bir haberi alan Seref Han, Sünnî olmasina ragmen Bitlis'in Iran topragi oldugunu ilan etmis ve Sah Tahmasb'dan Osmanlilar'a karsi yardım istemistir. O, Osmanlilar'in, birçok Anadolu hânedanina yaptiklari gibi, kendisini de atalarindan kalma topraklarindan mahrum edeceklerini saniyordu. Bunun üzerine Dulkadir ve Diyarbekir vilâyetleri askeri ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil - Yakup Pasa yardimiyla Bitlis'i kusatan Ulama, Safevî ordusunun yardima geldigini duyunca Diyarbekir'e çekilmistir. Bu arada Ahlat'ta Sah'a büyük bir ziyafet çeken Seref Bey, ona agir armaganlar sunarak, kendisi de murassa kiliç kemeri ve altin sirmali kaftanla taltif edilir. Tahmasb, 20 Safer 939 (2l Eylül l532)'da ona bir ferman vererek kendisine "Eyâlet penâh" diye hitab eder.

Bu davranisi ile Tahmasb, Osmanlilar'a bagli bir uç beyligini kendi himayesine almis oluyordu. Bu hâdise, Iran'a savas açilmasina sebep olmustu. Bu, bir Osmanli toprak parçasinin baska bir devlete geçmesi demekti ki, böyle bir sey, Osmanli siyasetinin kabul edemeyicegi bir keyfiyetti. Iste bunun üzerinedir ki, Iran'a karsi bir sefer açmak elzem hâle gelmisti. Almanya'ya bas egdirilmis olmasi, böyle bir sefere imkân veriyordu. Çünkü Iran gibi bir devletin üzerine bizzat hükümdarin gitmesi icâb ediyordu.

Yukarida belirtilen bu iki önemli hâdise karsisinda Surhser (Kizilbas) Iran'a sefer açmayi düsünen Kanunî, daha l525 Temmuz'unda Sah Tahmasb'a gönderdigi "tehdidnâmesi"nde böyle bir fikri tasidigini ima ediyor, ancak Bati'daki isleri yüzünden buna imkân bulamiyordu. O, Iran beliyesini ortadan kaldirip, Sünnî Türkistan'la birleserek, kendisini arkadan vuran ve Avrupa'daki, yani diyar-i küfürdeki Islâmî ve insanî hamlesini yavaslatan köstegi kaldirmak arzusunda idi. Gerek dedesi gerekse babasinin zamaninda meydana gelen ve Anadolu'yu isyanlarla karistiran Siîlige karsi onun düsünce ve tutumunu gösteren bir gazelini burada zikretmek istiyoruz. Bu gazel, Sultan II. Mahmud'un kizi dile Sultan tarafından h. L308 (M. L890) yilinda Istanbul'da bastirilmis ve dört tertip Türkçe divanindan birisi olan 236 sahifelik"Divan-i Muhibbî", s. L20'de bulunmaktadir.

"Allah, Allah diyelüm, Sancak-i Sâhî çekelüm.

Yürüyüp her yanadan Sark'a sipahî çekelüm.

Iki yerden kusanalum yine gayret kusagin.

Bulasup toz ile topraga, bu râhi çekelüm.

Pâyimal eyleyelüm Kisveri'ni Surhser'ün.

Gözüne, sürme deyü dûd-i siyahi çekelüm.

Bize farz olmus iken: olmamiz Islâm'a zahîr.

Nice bir oturalum, bunca günahi çekelüm.

Umarum rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer.

Ey Muhibbî, yürüyüp Sark'a sipahî çekelüm.

L. Irakayn SeferiSinir bölgelerinde cereyan eden bu hâdiseler üzerine zaten Iran'a sefer açmaya kararli olan Kanunî hem Osmanli Pâdisah'i hem de Islâm Halifesi adina hutbe okunan ve kale anahtarlari da gönderilmis bulunan Bagdad'i "Kizilbas zulmünden" kurtarmak ve Irak'i almak üzere harp hazirliklarini baslatmisti. Bu maksatla 2 Rebiülahir 940 (2l Ekim l533) tarihinde Vezir-i A'zam Damad Ibrahim Pasa'yi önden gönderir. Ibrahim Pasa, Kasim ayi sonlarina dogru Konya'ya varmak üzereyken Ulama Han (Pasa)'nin Bitlis'e girdigi ve IV. Seref Han'in basinin kesildigi haberi gelir. Zira bu sirada Ulama Han ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil Yakup Pasa birlikte, Seref Han'in Hizan'i kusattigi sirada ikinci defa onun üstüne yürüyerek maglub etmislerdi. Bunun üzerine Seref Han'in oglu III. Semseddin, basina topladigi kuvvetlerle mukabele ettiyse de karsi duramayacagini anladigindan Ibrahim Pasa'ya müracaat eder. Bunun üzerine Ibrahim Pasa, Bitlis'i yeniden ocaklik hâline getirip Seref Han'in oglu III. Semseddin'e verir. Böyle siyasî bir manevrada bulunmakla Ibrahim Pasa, yerinde bir hareket sergilemis oluyordu. Zira bu bölgede Seref Hanlar'in nüfuzu büyüktü. Nitekim bu zat, Osmanlilar'in Bitlis Valisi olarak l574'e kadar 4l yil idarede bulunmustu.

27 Aralik l533'te Haleb'e gelen Ibrahim Pasa, burada kislamisti. Kisin Van taraflarinda bulunan Ulama Han "istimâlet" tarikiyla Ahlat, Adilcevaz, Ercis ve Van'i Osmanlilar'a itaat ettirmisti. Bütün bu faaliyetleri haber alan Sah Tahmasb da harb hazirliklarina baslar. Bu esnada öncelikle Bagdad'a yürüyüp orayi ele geçirmek isteyen Ibrahim Pasa, daha sonra Ulama'nin tesiriyle Tebriz üzerine yürümeyi kararlastirir. Bunun için Birecik üzerinden Firat geçilerek l4 Mayis l534'te Diyarbekir'e varilir. Burada bir müddet kalinarak yeni siyasî tesebbüslere girisilir. Böyle bir niyetle Van önlerine gelen Ibrahim Pasa, Bingöl üzerinden Tebriz'e hareket eder. Sadrazam'in ordusu Sa'dabad civarinda konakladigi zaman, Tebriz halkinin ileri gelenleri, Safevî pâyitahtinin bagliligini arzederler. Böylece Ibrahim Pasa, l Muharrem 94l (L3 Temmuz l534)'te savasmaksizin Tebriz'i ele geçirir. Pasa, burada müstahkem bir ordugâh insa ettirerek buraya l000 kisilik bir kuvvet koyar. Sehre bir kadi tayin eder. Böylece her türlü yagma ve kanunsuz hareketleri yasaklayip önlemis olur. O, kimseyi incitmemeye ve halki memnun etmeye son derece dikkat ediyordu. Ibrahim Pasa'nin bu sekildeki hareketi kisa zamanda meyvesini verip tesirini gösterecekti. Bununla beraber daha önce Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtina karsi Ibrahim Pasa tarafından acele yetismesi arzulanan Kanunî, ll Zilhicce 940 (23 Haziran l534)'te Üsküdar'dan hareketle Iran sinirlarina dogru yola çikar. Ibrahim Pasa'nin bu istegine Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtinin sebep olabilecegi endisesi ile asker arasinda meydana gelen huzursuzluk ta vardi. Nitekim Peçevî'nin ifadesine göre düsman topraklarina girildigi zaman "asker içine gûna gûn fisiltilar düsüp Sah'a Sah gerek imis, mahall-i zarûrette askere penâh gerek imis, Sah gelürse mukabelesine kim gelür ve asker-i Islâm'in hali ne olur deyü bir havf ve hasyet (Korku) târi oldu. Tedbir sahibi vezir bu hâle vâkif oldugu gibi bilâ te'hir musta'cel ulaklar ile ahvali tekrar cânib-i Pâdisahî'ye yazar" Iznik, Kütahya, Aksehir ve Konya'dan geçilir. Pâdisah, Konya'da bulundugu sirada Van ile elde edilen diğer sehirlerin anahtarlari gelir. Ordusunun zaferlerine çok sevinen Pâdisah, Allah'a hamd ve senâ ile büyük sair ve mutasavvif Mevlana Celâleddin-i Rûmî'nin türbesini ziyâret edip bir semâ âyininde bulunur. Burada Kur'an-i Kerim tilâveti ve Mesnevî'den parçalar okunduktan sonra, dervislerin kudûm ve ney sesleri arasinda semâa baslamalari onu pek memnun etmisti.

Sultan Süleyman, 27 Eylül'de Tebriz'e girerken hemen hemen bütün sehir halki tarafından tezahüratla karsilanmisti. Ertesi gün Pâdisah'la seraskerinin ordulari Ucan'da birlestiler. 29 Eylül'de Pâdisah tarafından büyük bir divan toplanarak bunda seraskere, beylerbeyilerine, agalara, Defterdar Iskender Çelebi'ye, Nisanci Seydi Bey'e ve Reisü'l-Küttâb Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye tesrif hil'atleri giydirildi. Ordunun degisik siniflari da durumlarina göre ihsanlara kavustular.

Ordu, Sultaniye'ye dogru yoluna devam eder. Buraya gelindigi zaman, Sah Tahmasb'in memleketinin içlerine dogru geri çekildigi ögrenilir. Bu esnada, daha önce Sah tarafinda bulunan bazi beylerin Osmanli bayragi altina kostuklari görülür. Dulkadir Hânedanindan Mehmed Bey, Sahruh Bey'in oglu ve Iran'in bes taninmis sahsiyeti burada zikredilebilir.

Gerçekten, Sah Tahmasb, Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekindigi için yipratma taktiklerini kullaniyordu. Bu maksatla Osmanli ordusunun geçecegi yerleri tahrib ettiriyordu. Irak-i Acem'e giren Osmanli ordusu da halki göçürülmüs, issiz ve harab bir arazide çok güç sartlar altinda Sultaniye'ye gelebilmisti. Havalarin sogumasi, kar yagisinin baslamasi ve erzak darliginin basgöstermesi yüzünden ordunun Bagdad'a yürümesi karari alinmisti. Zira bu tabiat sartlarina göre güneye inmek ve orada kislamak gerekiyordu. Bu sebeple Hemedan'a teveccüh edildi. Binbir zorlukla yapilan bu yürüyüs, dünya tarihinde esine ender rastlanan bir vak'aydi. Zira birçok yük hayvani yolda telef olmus, toplar ise yagmurdan büyük zarar görmüslerdi. Bu arada yollarda birçok esya kayip ve zayi' oldu. Bazi toplar da nakledilme imkânsizligi sebebiyle yolda birakilip topraga gömüldü.

Bu isler, serasker kethüdasi olarak, Basdefterdâr Iskender Çelebi'yi alakadar ediyordu. Basdefterdârla Serasker olan Ibrahim Pasa arasinda bir anlasmazlik vardi. Bu intizamsizliga ve yollardaki telefata çok kizan Pâdisah'a, isin sorumlusu olarak Iskender Çelebi gösterildi. Bunun üzerine Basdefterdar azledilerek uhdesindeki zeâmetler geri alinir.

Bununla beraber birçok güçlükler yenilerek ordu Bagdad önlerine varir. Bagdad önlerine varildiginda kale muhafizi Tekelü Mehmed Han'in maiyetindeki askeri alip sehri terk ettigi görülür. Aslen Tekeli olan Mehmed Han, Siraz'a kaçtigi için Bagdad, mukavemetsiz olarak 2l Camaziyelevvel 94l (28 Kasim l534) teslim olur. Bundan iki gün sonra da Pâdisah sehre girerek dört ay kadar burada kalir. Böylece Bagdad, Osmanli ülkesine ilhak edilmis olur. Kanunî Sültan Süleyman, bütün bu basarilarindan dolayi Ibrahim Pasa'yi ihsanlara bogar. Diğer devlet erkânina da derecelerine göre terakkiler verir. Celâlzâde ise nisancilik mevkiine terfi ettirilir.

Böylece Bati'da "Dâru'l-cihad" adi ile anilan Belgrad'a karsilik, Dogu'da da "Dâru's-selâm" denilen Bagdad, Osmanli ülkesine katilmis olur. Birçok evliya türbesini koynunda bulundurdugu için "Burc-i evliyâ", Abbasî halifelerinin baskenti olduğundan "Dâru'l-hilâfe", kapilari dis kapilarla örtülü olduğundan da "Zevrâ" isimleriyle aniliyordu.

Kanunî, Bagdad'da bulundugu müddet içinde birçok mübarek yeri ziyâret ile insa ve tamir ettirmisti. Bu arada, Imam A'zam Ebû Hanife Numan b. Sâbit'in, Gulat-i Siâ tarafından yagmalanan kabrini buldurup ziyâret ederek burayi temizletir ve üzerine çini ile müzeyyen türbe ve câmi yapilmasini emreder. Sonra Imam Musa Kâzim'in ve diğer Islâm büyüklerinin türbelerini de ziyâret eder. Böylece hem Sünnî hem de Siîleri memnun eder. Bundan baska, Seyh Abdülkadir Geylanî'nin kabri üzerinde bir türbe yaptirdigi gibi, yanina da bir imâret yaptirir.

Asil hedefinin Kanunî degil, Ulama oldugunu söyleyen Sah Tahmasb, bu arada Tebriz üzerine hareket ile Ulama'yi takibe baslamis ve onun Van kalesine kapanmasi üzerine de burayi muhasara etmisti. Bu hâdiseeri haber alan Kanunî, 3l Mart l535'te Bagdad'dan ayrilarak 30 Haziran'da Tebriz'e varir. O sirada Tahmasb'in Sultaniye'de oldugu haberinin alinmasi üzerine Derguzin'e kadar gelen Kanunî Sultan Süleyman, Tahmasb'in izine rastlamayinca ordu tekrar Tebriz'e döner. Kanunî daha sonra Tebriz'den Ahlat'a, oradan da Diyarbekir'e gelir. Osmanli ordusunun çekilmesiyle yeniden harekete geçen Tahmasb, bosaltilan yerleri alarak tekrar Ulama'nin üzerine yürür. Van'i ele geçiren Tahmasb, oradan Tebriz'e döner. Osmanli ordusu ise 8 Ocak l536'da Istanbul'a ulasir.

Irak-i Arab ve Irak-i Acem'e girilmesi sebebiyle "Irakayn Seferi" olarak anilan bu harekâtin, Osmanlilar bakimindan gözle görülür faydasi, Bagdad ve çevresinde, hâkimiyetlerinin kurulmus olunmasidir. Bu sefer sonucu, Osmanlilarin karsisina çikamayan Safevîler'in tamamen ortadan kaldirilamayacagi anlasildigindan, bundan sonraki Osmanli seferlerinin asil gâyesi, Safevîleri belirli bir sinir bölgesinin disinda tutmak olmustu. Askerî nokta-i nazardan ve Ceziretu'l-Arab'in elde bulunmasi için elzemdi. Böylece Osmanli Halifeleri, Haremeyn-i Serifeyn, Sam ve Bagdad'a sâhip olmakla Emevî ve Abbasî hilâfetlerinin taht sehirlerini de memleketlerine katmis oluyorlardi.

Bu sefer sonrasinda büyük bir san ve söhret kazanmis olan Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa, l5 Mart l536'da idam edilecektir. Irakayn seferi sirasinda yaptigi hatalar, gurura kapilip kendisine verilen yetkileri sinirsiz bir şekilde kullanmasi ve Defterdar Iskender Çelebi'nin öldürülmesinde rol oynamasi gibi sebepler, Kanunî'nin bu çok sevdigi vezirini devletin selâmeti için gözden çikarmasina yol açmisti.

Pâdisah, Bagdad'da bulundugu dört ay içinde bütün bölgenin kadastrosu mâhiyetinde tahririni yaptirarak, timar ve zeâmet sistemini buraya da tesmil ettirir. Bu arada kadilar nasb ettirerek adâlet ve dogruluk prensibine bagli bir adlî sistem gelistirir. Bu arada Basra Emîri Râsid itaatini arzettiginden buraya dokunulmadi. Keza o, dinî âbide ve türbeleri ziyâret edip Kerbelâ ve Necef'e dahi giderek buralari da ziyaret eder.2. Ikinci Iran SeferiKanunî'nin, Irakayn seferinden sonra on iki yil gibi uzun bir süre Avrupa ve Akdeniz hâkimiyeti ile mesguliyeti, Sah Tahmasb'in Gürcistan ve Sünnî Sirvan'a hâkim olmasina sebep olmustu. Bu bosluk ona Özbekleri geri püskürtme imkâni da saglamisti. Bu arada, Azerbeycan ve Irak-i Acem'de güçlü bir şekilde Siîlik tesis edilmisti. Sah Tahmasb, bununla da yetinmeyerek Anadolu'ya ajanlar (Halife, daî) göndermek suretiyle Türkmen asiretlerini Erdebil ocagina bagli tutmaya çalismisti. Bununla beraber Safevî hanedan üyeleri arasindaki tefrika ve Safevîler'in dayandigi Türkmen gruplarinin birbirleriyle olan irtibatsizliklari, Iran'i içten içe sarsmaktaydi. Nitekim Sah'in kardesi Elkas Mirza, Safevîler'in Sirvan hâkimi iken bagimsizlik davâsina kalkistigi için kardesi tarafından takibata ugramisti. Elkas Mirza, bu takibattan kurtulmak için önce Derbend ve Kipçak taraflarina kaçacak, daha sonra Azak ve Kefe'ye geçerek oradan bir gemi ile Istanbul'a gelip Osmanli Pâdisahina siginacaktir.

Münasebetlerin, Iran'la ii olmamasindan dolayi Elkas Mirza iyi karsilandigi gibi kendisine fevkalade ikramda da bulunulur. Zaten Elkas gelir gelmez Pâdisah'i Sark seferi için tahrik ediyordu. Gerek bunun tesviki gerekse Sah'in eline geçen yerlerin tekrar alinmasi bakimindan böyle bir sefer gerekliydi. Bu esnada Avusturyalilar ile bir antlasma imzalandigindan Iran üzerine bir sefer açilmasina karar verilir. Böylece Tahmasb'in Sünnîler'e tasallutu, Rüstem Pasa'nin Gürcistan üstüne gidilmesi yolundaki telkini ve Özbeklerin yardım istemeleri sebebiyle kaçinilmaz hâle gelen Dogu seferi, Elkas Mirza'nin da ilticasiyle kesinlesmis bulunuyordu. Bu seferin gerçeklesmesi için l547 - l548 kişi hazirliklarla geçirildi. Bu esnada Bosna valisi olan Ulama Han (Pasa), Iran halkinin durumnu iyi bildigi için Erzurum Beylerlebligine getirilerek Elkas'a lala tayin edilir. Elkas, maiyetindeki kuvvetlerle 2l Mart l548'de, Pâdisah ise 29 Mart'ta Istanbul'dan hareket eder. Bu gelismelerden haberdar olan ve kardesi Elkas'in, Osmanlilar tarafından tahta geçirileceginden korkan Tahmasb da ordusunu toplamaya baslamisti. Öyle anlasiliyor ki, Tebriz'den Senb-i Gazan'a gelerek burada bir ay konaklayan ve bütün ordusunu eli altinda toplayan Sah'in, âdeti oldugu üzere Osmanlilar'in karsisina çikmak gibi bir niyeti yoktu. O, Osmanli ordusu ugraginda (Menzil) ve çevresindeki bütün yiyecek ve yemlikleri, hatta içme sularini yok etmek, Anadolu içlerine Kizilbas ajanlarini göndererek oradaki mezhebdaslarini ayaklandirmak suretiyle karisikliklar çikarmak siyasetini güdüyordu. Böylece Osmanlilar, kuvvetlerinin bir kismini kendi tebealari ile ugrasmak üzere geride birakmak zorunda kalacaklardi. Bununla beraber olaylar, Sah'in arzuladigi şekilde gelisme göstermiyorlardi. Zira, Osmanli Pâdisahi'nin Erzurum'a ulastigi siralarda, propaganda için Anadolu'ya gönderilmis olan dört Safevî casusu, ellerindeki mektuplarla birlikte yakalanmislardi.

Önce Van'i Safevîler'in elinden kurtarmak isteyen Kanunî Sultan Süleyman, Ulama ve Pîrî Pasalar'i burayi zapta memur ettikten sonra kendisi Tebriz üzerine hareket eder. Pâdisah'in komutasindaki Osmanli ordusu üçüncü defa olarak tebriz'e girer. L5 Agustos'ta Van'a gelen Pâdisah, dokuz günlük bir çarpismadan sonra (24 Agustos l548)'de Van'i Iranlilarin elinden tekrar almaya muvaffak olur. Defterdar Sari Ilyas Çelebi'yi Van Beylerbeyligine tayin eden hükümdar, geri dönmek üzere harekete geçer.

Sah Tahmasb, Van'in kaybedildigini ve Osmanlilar'in, kişi geçirmek üzere Diyarbekir'e gittigini ögrenince Ercis, Ahlat ve dilcevaz taraflarina tahripkâr akinlarda bulunur. Bu arada Kars kalesini tamir ve insa ile görevli isçileri koruyan Pasin mirlivasi muhafizlarini kiliçtan geçirip öldürtür. Kaleyi de yerle bir eder. Bu arada Tercan ve Erzincan taraflarina sarkan Sah, Erzincan'i atese vermekten de çekinmez. Bu haberler, Diyarbekir'de bulunan Kanunî'ye ulasinca, vezir Ahmed Pasa'yi büyük bir kuvvetle Sah'in üzerine gönderir. Bu arada, kendi arzusu üzerine Elkas Mirza'yi da Kâsan, Kum ve Isfahan taraflarini vurup yagmalamak üzere gönderir. Kuvvetlerinin mühim bir kismi imha edilen Sah Tahmasb, sür'atle geri çekilerek Karabag'a gider. Kanunî ise Haleb'e gelip kişi orada geçirir.

Sah Tahmasb'in, yeniden harekete geçmesi üzerine Kanunî l549'da ordu ile tekrar Diyarbekir'e gelir. Bu arada iki devlet arasinda bulunan Gürcistan'in bazan Osmanlilara, bazan da Iranlilar'a yanasmak suretiyle iki yüzlü hareketleri ve Osmanilarin, Avrupa ile Akdeniz'deki mesguliyetleri esnasindaki tecavüzleri sebebiyle bu isin saglam bir sonuca baglanmasi gerekiyordu. Zira Gürcüler, Livane (Artvin) sancagina girip Ispir'e kadar dayanmislardi. Bu sebeple Pâdisah, Diyarbekir'de kalip III. Vezir Ahmed Pasa basbuglugunda Erzurum, Karaman, Dulkadir (Maras) ve Rum (Sivas) Beylerbeyileri ile Sancakbeyleri ve bir miktar tüfekçi yeniçeri kendi Kethüdalariyla, ayrica Pâdisah'in otagina hizmet eden Garipler bölügü de Agalari ile bu seferle görevlendirilirler. Gürcü Atabegi II. Keyhüsrev'in merkez ittihaz ettigi Tortum üzerine yürüyen Ahmed Pasa, l8 Saban 956 (Ll Eylül l549)'da burayi kusatir. Kalede mahsur bulunan Corci Aga teslim teklifini reddettigi için savasa girisilir. Toplarla dövülen kale surlari yikildigi için burasi 20 Saban'da feth olunur. Ahmed Pasa, burayi zapt ettigi gibi bütün Tortum Çayi boyunu da ele geçirir. Fethedilen bu yerler, dört sancak itibar edilmislerdi. Bu arada Kanunî, Adana - Konya yolu ile 2l Aralik l549'da Istanbul'a döner.

Iran'a yapilan bu ikinci sefer sonucunda Hakkari'yi de içine alan Van eyâleti kuruldugu gibi, Atabeglerin yurdu da dört sancak haline getirilmisti. Sirvan ülkesi ise Osmanlilar'in yardimi ile bir müddet için bagimsizligini kazanmisti.3. Nahcivan Seferi Osmanli ordulari çekildikten sonra Sah Tahmasb, l550 yili baslarinda Sirvan'i yeniden ele geçirmisti. Ayni yilin Mayis'inda Özbek hükümdari Abdüllatif Han ile Sehzâde Barak Han'in Amuderya'yi geçip Horasan'a akin etmeleri üzerine Tahmasb, Kazvin'den Sultaniye yaylaklarina vararak hazirliklara baslamisti. Bu arada Ubeyd Han oglu Abdülaziz Han'in ölüm haberini alan Özbek Hanlari, onun ülkesi Buhara'yi ele geçirmek üzere geri dönmüslerdi. Bu yüzden Özbekler'den yana ferahlayan Sah, Tebriz'e ve oradan kislamak üzere Karabag'a gelir. 958 (M. L55l) yazinda Sirvansahlardan Hasan Bey'in oglu Dervis Mehmed Han'in ülkesi olan Seki'yi de istila eder. Bu siralarda Erzurum Beylerbeyligine getirilen eski Van Beylerbeyi Iskender Pasa, Gürcü Atabeylerinin elinde kalan son yerlere akinlar düzenleyerek l55l Mayis'inda Ardanuç'u almis ve burayi bir sancak merkezi haline getirmistir. Iskender Pasa, Ardanuç'ta Akkoyunlulardan kalma eski bir câmiin kalintilarini onarttirarak, buraya bir boyahane ile 6l dükkâni vakfeylemistir. Böylece sancak merkezi haline getirilen bu kasabanin kisa zamanda Islâmlasmasini da saglamisti. Iskender Pasa'nin Ardanuç'u fethettigini duyan II. Keyhüsrev, Sah Tahmasb'dan yardım isteyince o da Iskender Pasa üzerine yürür. Bununla beraber kisin yaklasmasi üzerine bir sonuç alamadan Karabag'a döner. Tahmasb, daha sonra ordusunu dört kola ayirarak Osmanli topraklarini isgale baslar. Erzurum'da Iskender Pasa'yi sikistiran Tahmasb, Ahlat ve Van civarini yakip yikar. Bu arada Ahlat'i ele geçiren Sah, burada büyük bir katliam yaptirir. Ercis ve Bargiri (Muradiye) de zapteden Safevîler, l553 baharina kadar Dogu Anadolu'da tahrip ve öldürme faaliyetlerine devam ederler. Bu hâdiseler Kanunî'yi, Erdel harekâtini durdurup, yeniden dogu seferine çikma zorunda birakir. Bu sebeple derhal sefer hazirliklarina baslayan Kanunî, Rumeli askerini Sokollu Mehmed Pasa komutasinda Anadolu'ya gönderir. Vezir-i A'zam Rüstem Pasa da yeniçeri ve bölük halkiyla Istanbul'dan hareket eder.

Rüstem Pasa, Ankara'ya geldiginde Kanunî'nin büyük oglu ve tahtin en kuvvetli adayi olan Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa hakkinda bazi haberler gönderme ihtiyacini duyar. O siralarda 38 yasinda bulunan Sehzâde Mustafa, Kanunî'nin büyük oglu olmasi hasebiyle taht vârisi olabilecek durumdaydi. Halbuki ogullarindan birinin veliahd olarak tahta geçmesini arzu eden Hurrem Sultan, ona karsi pek iyi düsünmüyordu. Bu yüzden Sehzâde Mustafa gözden ve tevccühten uzak tutuluyordu. Ilim ve marifette de kudretli olan Sehzâde Mustafa diğer sehzâdeler tarafından da kiskanilmakta idi. Buna karsilik asker de kendisini çok seviyordu. Sehzâde Mustafa da artik babasinin yaslandigini, sefere iktidarinin bulunmadigini, bu sebeple Rüstem Pasa'yi Dogu seferi ile görevlendirdigini, bunun da kendisine düsman oldugunu, sâyet bunu yok ederse kendisine taht yolunun açilacagi gibi telkinlere kapilarak saltanat davasina sürüklenmisti. Rüstem Pasa ise sevmedigi ve muhalif oldugu Mustafa hakkinda Kanunî'ye mektuplar göndermisti. Bunun üzerine Rüstem Pasa'yi geri çagirtan Kanunî, bizzat sefere çikmaya karar verir.

L2 bin civarindaki yeniçeri, l8 Ramazan 960 (28 Agustos l553) 'ta Istanbul'dan Üsküdar'a geçen Kanunî'yi, büyük bir merasimle karsilar. Kanunî, yanında oglu Cihangir bulundugu halde 22 Eylül'de Bolvadin'e gelir. O, kendisine âsi rakip olacak diye tanitilan büyük oglu Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa'yi da sefere katilmak üzere yanina çagirtir. 26 Sevval 960 (5 Ekim l553) günü Konya Ereglisi civarinda babasina yetisen Mustafa, sairlerin tarih ibâresinde belirttikleri "mekr-i Rüstem" (= 960 yili) yüzünden o gün Pâdisah'in emriyle çadirinda bogdurularak cenazesi Bursa'ya gönderilir. Rüstem Pasa da sadaretten azledilerek yerine Kara lakapli II. Vezir Ahmed Pasa getirilir. Hurrem Sultan ve Rüstem Pasa'nin isbirligi ve hileleri ile 6 Ekimde meydana gelen bu elim hâdise, halk arasinda büyük bir infiale sebep olmustu. Bunun için Kanunî, sefer arifesinde nahos bir olaya sebebiyet vermemek için Rüstem Pasa'yi azletmek zorunda kalmisti.

Sehzâdenin ölümü, kendisini candan seven Anadolu halkini yaraladigi gibi, nimetleriyle perverde olan yüzlerce bilgin, sair, san'atkâr ve seyh de bu beklenmedik ölüme agliyorlardi. Bu arada Kanunî'nin süt kardesi olan Mehmed Çelebi, olaydan iki sene sonra Pâdisah Iran seferinden Istanbul'a dönünce, Sehzâde Mustafa'ya kiydigi için yüzüne karsi agir sözler söylemisti. Sehzâde'nin, iftiraya kurban gittigi kanaati, devletin tamaminda ve hatta bütün dünyada hâkim olmustu. Burada suna dikkat çekmeliyiz ki, Nahcivan seferinden önceki 2. Iran sefer-i hümayûnunda Kanunî ile Sehzâde, karsilikli görüsüp dertlesmislerdi. Bu mülakatta Kanunî, oglunun yüzüne karsi hakkindaki ithamlari siralamis, fakat Sehzâde'nin cevaplari karsisinda kendisine hak vermisti. Ama bu sefer, yani ölümünden önce meydana gelecek olan son karsilasmada Sehzâde, daha babasiyle görüsme imkâni bulamadan öldürülmüstü. Gerçi Sehzâde Mustafa, aleyhindeki havanin agirligini biliyordu. Hatta ikinci vezir Ahmed ile üçüncü vezir Haydar Pasalar, bir bahane uydurup Amasya'dan gelmemesi için kendisine haber göndermislerdi. Fakat Sehzâde böyle bir yolu tutmaya tenezzül etmedi. Zira babasi ile yüz yüze geldiklerinde onu ikna edecegine kani idi.

Halk ve asker tarafından sevilen Sehzâde Mustafa'nin katli, halkin üzüntüsüne sebep olmustu. Bu bakimdan birçok sair Rüstem Pasa, Hurrem Sultan ve hatta Kanunî'yi yeren siirler kaleme almislardir. Bu mersiyelerden en çok bilinen ve yaygin olani sancakbeyi rütbesinde bir asker olan büyük mesnevi sairi Taslicali Yahya Bey'indir. Yahya Bey, 7 bend ve 42 beyit tutan ve klasik Türk siirinin mersiye vâdisindeki saheserlerinden biri olan bu çok cesurca yazilmis olan manzumesinde Rüstem Pasa'ya siddetle çatmaktadir. Esasen "Mekr-i Rüstem = Rüstem'in hilesi" terkibi de Sehzâde'nin katline tarih (H. 960 = M. L553) olarak düsürülmüstü. Bu eserinde Yahya Bey, bütün ordunun hislerine tercüman olarak Rüstem Pasa'nin idamini açiktan açiga istemisti. Büyük tarihçi lî (Gelibolulu Mustafa lî) Yahya Bey'e: "Gazab-i pâdisahîden havf etmedin (Korkmadin mi) mi ki, böyle nazma cür'et ettin?" diye sorunca o da: "Sehzâde'nin firaki beni mecnun ve mecbur etmis idi" der. Yahya Bey, Türk fikir hürriyetinin âbidelerinden olan bu eserinde Pâdisahi da tenkid etmekle beraber "nizâm-i âlem"i muhafaza etmek için hükümdarin aleyhinde daha fazla ileri gitmemistir. Bununla beraber Rüstem Pasa gerek kendisine gerekse Kanunî'ye çatildigi için sikâyette bulunarak Yahya Bey'in cezalandirilmasini istemisti. Fakat Kanunî "Bu makulelere kulak tutma ve intikam kasdin etme" diyerek kendisini dahi tenkid etmis olan Yahya Bey'i, himaye etmis ve makul tenkid hürriyetine saygisini göstermistir. Bundan baska, birçok sair, halkin bu konudaki hislerine tercüman olacak şekilde siirler kaleme almislardir.

8 Kasim'da Haleb'e ulasan Kanunî, burada ikinci bir aci ile sarsilir. Bu aci, agabeyinin öldürülmesinden müteessir olan Cihangir'in hastaliginin iyice ilerlemesinden sonra 20 Zilhicce (27 Kasim)'da vefat etmesiydi. Peçevî'nin ifadesine göre Cihangir, sehzâdelerin en küçügü olduğundan dolayi Pâdisah tarafından çok seviliyordu. Doktorlarin bütün gayret ve çabalari, Sehzâdenin hastaligina ve sonunda da ölümüne mâni olamadi. Cenaze Namazi Haleb'de kilindiktan sonra na'si Istanbul'a gönderilir. Kanunî, iki oglunun verdigi aciyi hafifletmek ve biraz olsun avunabilmek için, Haleb, Sam ve Kudüs'te bozulan düzeni yeniden tanzim edip yerine getirmek ve vakiflari gelistirmekle ugrasir.

Kisi Haleb'de geçiren Kanunî, 6 Cemaziyelevvel 96l (9 Nisan l554) günü Haleb'ten çikip sehrin önündeki Gökmeydan'da ordugaha geçen Kapikulu çerisi ile ilerleyen Kanunî, 23 Cemaziyelevvel (26 Nisan)'da daha önceden gönderilen usta ve isçiler tarafından kurulmus bulunan Birecik köprüsünden geçerek Urfa'ya, oradan da Diyarbekir'e gider. Burada yapilan divanda askerin Erzurum'da toplanmasi kararlastirilir. Kendisi de Erzurum'a dogru yola çikar. Tahmasb ise daha önce yaptiklarini bir bakima tekrarlayarak pasif savunmasini sürdürür. Ayrica, daha Kanunî ve ordusu yetismeden Hakkari, Gevas, Van ve Adilcevaz taraflarini yagmalattigi gibi yollarin üstündeki her seyi de yakip yiktirir. 5 Temmuz'da Kars ovasina gelen Kanunî, Tahmasb'a bir mektup göndererek onu savasa davet eder. Mektubunda, Rafizîlik'ten ve halkin mallarini yagmalamaktan vazgeçmesini, sayet bütün korkusu top ve tüfek ise bunlari birakabilecegini, savasmak için sadece kilicin da yeterli olacagini bildirmisti.

Bu siralarda Tahmasb, Nahcivan bölgesinde bulunuyordu. Kanunî'nin mektubunu aldigi zaman ülkesi yer yer Osmanli kuvvetleri tarafından tahrib ediliyordu. Kanunî, mektubunda Osmanli ulemasinin verdigi fetvalari nakl ederek onu Hz. Peygamberin seriatina davet ediyordu. Bu arada Kanunî, l7 Saban 96l (L8 Temmuz l554)'da Revan'a, daha sonra Nahcivan'a ulasir. Ancak çevrenin âdeta çöle dönmüs oldugunu görür. Çevredeki saray ve konaklar da Osmanli ordusu tarafından yagma edilir. Böylece Safevî tahribinin öcü alinmis oluyordu. Tahmasb ise yine Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekiniyordu. Kanunî daha ileri gitmeyerek geri dönme karari alir. Hazirliklar basladigi sirada Osmanlilarin bazi kuvvetleri ile Safevî kuvvetleri arasinda çarpismalar meydana gelir. Bu çarpismalar sonunda Safevî kuvvetleri dagitilir. Bundan sonra Osmanli ordusu geri dönerek 6 Agustos'ta Beyazit'a gelir. Bu esnada Sah'in mektubunu tasiyan bir elçi gelir. Tahmasb'in, Vezir-i A'zam Ahmed Pasa'ya hitaben yazdirdigi bu mektupta Pâdisah, Sark'a on defa gelse bile karsisina çikilmayacagi belirtiliyordu. Bundan sonra gelen mektuplarda da baris isteniyordu. Osmanlilar'in karsi cevabi, kendi ülkesinde rahat oturup, fitne ve fesada karismamasi seklinde idi. Bundan baska Kanunî, Safevîler'in kutsal sayilan yerlerinden olan Erdebil ve Tebriz'i tahrib tehdidinde bulunmustu ki bu, Safevîler'i büyük bir telasa düsürmüstü. Gerçekten, Osmanli hükümdarinin kuvvetlerini dagitmadan serhadde kislayip ertesi sene Safevîler'in mukaddes sehri ve aile ocagi olan Erdebil üzerine yürüyüp tahrib edecegi yolundaki tehdidi, Tahmasb'i barisi saglayip sulh yahmak üzere kesif bir siyasî faaliyet göstermeye zorlamisti. Nitekim Osmanli ordusu, Elesgirt'e vardigi zaman Tahmasb'in elçisi ile yeni bir mektubu gelir.

Aradaki düsmanligin kaldirilmasi ve barisin gerçeklesmesini saglayacak olan bir mütarekenin kabulünü uygun karsilayan Kanunî, Sah'in elçisine ayrica cevabî bir mektup verir. Kanunî'nin kişi geçirmek üzere Amasya'ya hareketi ve burada beklemesi, baharda Osmanli ordusunun tkrar harekete geçecegini ve Erdebil ile Tebriz'in tahribi yolundaki tehdidin ciddi oldugunu isbatlamis; Tahmasb'i baris hususunda yeniden harekete geçmeye mecbur birakmistir.4. Amasya Antlasmasi Kanunî Sultan Süleyman'in kişi Amasya'da geçirdigi siralarda, Sah Tahmasb'in esik agasi (Saray nâziri) Ferruhzâd Bey, 9 Cemaziyelahir 962 (L0 Mayis l555)'de çesitli hediyeler ve sahin mektubu ile Amasya'ya gelir. Elçi ve maiyeti, Osmanli vüzerasi ile görüstükten sonra 2l Mayis'ta divana kabul edilir. "Elçiler Divân-i Hümayûna gelüb" vezirlerin karsisinda iskemlelerde oturdular. Sah, bu mektubunda, Pâdisah'in gönderdigi mektubu sanki "Süleyman Nebi"den geliyormusçasina aldigini, kendisine büyük saygi duydugunu, haberlesme kapisinin devamlı surette açik bulundurulmasi gerektigini ifade ederek halk arasinda da iyi münasebetlerin kurulmasina temas ediyordu. Peçevî'nin aynen naklettigi bu mektubunda (Peçevî, I, 329 - 336) Sah, dostluk teminati verdigi gibi Siîlerden Ka'be ve diğer mukaddes yerleri ziyaret etmek isteyenlere izin verilmesini de taleb etmekteydi. Büyük iltifatlara nail olan Ferruh Bey'e, 8 Receb 962 (L Haziran l555) günü, Kanunî tarafindan, Sah Tahmasb'a hitaben yazilmis bir mektup verilir. Osmanli - Iran devletleri arasindaki barisi tasdik eden bu muhtasar mektupta, arzu edilen baris " sulh u salâh-i umûr ki, mutazammin-i âsâyis-i halk ve müstelzim-i intizâm-i ahvâl-i cumhurdur" ifadeleri ile hüsn-i kabul gördügü belirtildigi gibi, arada dostluk kurulup, asagidaki su üç maddenin de müvafik görüldügü belirtilmekteydi:
A) Iran'da ashab-i güzin ve hulefa-yi mehdiyyine sebb etmek (Sövmek, küfr etmek) olan Teberrâiligin men'i, yani taskin Siîler'in, üç halife (Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman) ile Hz. Aise'ye sögüp saymalarinin ve bunu bir merasim haline getirmelerinin yasaklanmasi hususunda elçinin verdigi teminatin gerçeklesmesinin umuldugu;
B) O taraftan herhangi bir fitne (Kiskirtma) ve taarruz olmadikça Osmanli hudud ümerasinin tecavüz ve taarruzunun men edilecegi;
C) Hacilarin refah ve itminanla hacci edâ etmelerine izin verlimesi ki bu madde mektupta su ifadelerle yer almaktadir: "Huccac-i Beytu'l-Haram ve züvvar-i merkad-i Hazret-i seyyidu'l-enâm aleyhi's-salâtu ve's-selâm refahiyet ve itminan ile ol saadete faiz olmalaridir. "
Amasya antlasmasi ile Basra, Bagdad, Sehrizor, Van, Bitlis, Erzurum, Kars ve Atabegler yurdu üzerindeki Osmanli hâkimiyeti Safevîlerce taninmis oluyordu. Böylece Gürcistan'da iki taraf arasinda nisbî de olsa nüfuz bölgeleri tesis edilmistir. Bu antlasmadan sonra, Tahmasb'in l576'da vefatina ve Iran'da karisikliklarin çiktigi zamana kadar Osmanli - Safevî münasebetleri dostâne bir şekilde devam etmistir. Böylece, Osmanlilarla Safevîler arasinda otuz yedi seneden beri araliklarla devam eden harblere son verilir. Bunun sonucu olarak taraflar, her vesile ile aradaki sulhun te'yidine gayret sarfetmeye baslarlar. Bu sebeple olsa gerek ki, Tahmasb, Süleymaniye külliyesinin açilisi (L5 Agustos l556) münasebetiyle tebrikte bulundugu gibi kiymetli hediyeler de göndermisti. Bundan baska bu antlasma sartari, ileride yapilacak olan Osmanli - Safevî antlasmasinin temel unsurlarini teskil edecektir.
Son Güncelleme : 27.01.2024 08:05:41
Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Fetihler ile ilgili bu madde bir taslaktır. Madde içeriğini geliştirerek Herkese açık dizin kaynağımıza katkıda bulunabilirsiniz.
Facebook Twitter Pinterest whatsapp
Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Fetihler Yorumları
şifre

1 Yorum Yapılmış "Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Fetihler"
emeğinize sağlık ama aradığım şeyi bulamadım bu kadar yazı arasından bence kısa ve öz bi şekilde verin cevaplarınızı
Ela . 24.12.2015
CEVAP YAZ
1. Mehmed
1. Mehmed
Osmanlı padişahlarının beşincisi.Saltanatı: 1413-1421.Babası: Yıldırım Bayezid- Annesi: Devlet Hatun.Doğumu: 1379 Vefatı: 26 Mayıs 1421Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu. Babası Sultan Yıldırım Bayezid Han, annesi Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızı D...
Fetret Devri
Fetret Devri
Fetret devri, Yıldırım Beyazıt'ın 1402 yılında Ankara Savaşında Timur' esir düşmesiyle, altı oğlundan dördünün yaptığı taht kavgalarıyla geçen 1402-1413 yılları arasındaki döneme verilen addır. Bu döneme Bunalım Devri ya da Fasıla-i Saltanat adı da v...
Yıldırım Beyazıt Dönemi Fetihler
Yıldırım Beyazıt Dönemi Fetihler
Yıldırım Beyazıt'ın Anadolu SiyasetiI. Murad'ın vefatı Anadolu'da karışıklıklara sebep oldu Karamanlıların desteği ile beylikler tekrar egemenliklerini güçlendirmeye başladılar.Beyazıt ilk önce bunlara yeteri tepkiyi gösteremedi. Yaklaşık bir sene oy...
Yıldırım Beyazıt
Yıldırım Beyazıt
Yıldırım Beyazıt, Osmanlı İmparatorluğunun 4. Padişahı ve Sultan I. Murat'ın oğludur. Annesi ise I. Murat'ın baş cariyelerinden Gülçiçek Hatundur. Yıldırım Beyazıt 1360 yılında doğmuş ve lala eğitimini Kütahya da almıştır. Dönemin büyük alimlerinden ...
1.Murat Dönemi Yapılan Yenilikler
1.Murat Dönemi Yapılan Yenilikler
İlk kez Acemioğlanlar Ocağı, Yeniçeri Ocağı, Topçu Ocağı kuruldu.İlk kez Pençik Sistemi uygulandı.Rumeli Beylerbeyliği kuruldu.İlk kez Tımar Sistemi uygulandı ve Tımarlı Sipahiler oluşturuldu.İlk kez Kazaskerlik ve Defterdarlık makamı kuruldu.İlk kez...
1.Murat Dönemi Fetihler
1.Murat Dönemi Fetihler
Sultan Murad Hüdavendigar'ın bütün hayatı sınır boylarında ve savaş meydanlarında geçti. Rumeli'den Anadolu'ya, Anadolu'dan Rumeli'ye durmadan dinlenmeden seferler yapan Sultan Murad Hüdavendigar, bizzat katıldığı 37 savaşın hepsini kazandı.-1360 yıl...
Orhan Gazi Döneminde Yapılan Yenilikleri
Orhan Gazi Döneminde Yapılan Yenilikleri
Orhan Gazi Osmanlı Beyliği'ni yeni yasalar ve düzenlemeler sayesinde devlet yapmıştır. Sultan unvanı ilk kez Orhan Gazi zamanında kullanılmıştır.İlk kez vezirlik teşkilatı kurulmuştur. Osmanlı'da ilk vezir Alaeddin Paşa'dır. İlk medrese İznik'te kuru...
Orhan Gazi Dönemi Fetihler
Orhan Gazi Dönemi Fetihler
Orhan Bey'in beylik yıllarının ilk dönemi Anadolu'da fetihlerle geçmiştir. Beyliği sırasında bütün diğer Anadolu beylikleri gibi İran'da kurulu İlhanlıları metbu sayıp yıllık vergi ödemekte devam etmiştir. Diğer yandan da Bizans topraklarına yönelik ...
1. Murat
1. Murat
1. Murat: Diğer isimleri ile; Murat Hüdavendigar veya Gazi Hünkar, 1326 yılında doğmuş olan 1 Murat, Orhan Gazi ile Nilüfer Hatun'un oğullarıdır. Babasından aldığı Yüz bin metre karelik Osmanlı Toprağını beş yüz bin metre kareye çıkarmış başarılı bir...
Orhan Gazi
Orhan Gazi
Orhan Gazi: Osmanlı Beyliğinin kurucusu Osman Gazi'nin oğlu ve Osmanlı İmparatorluğunun ikinci padişahıdır. 1281 yılında Söğüt'te dünyaya gelmiştir. 1324 yılında babası Osman Gazi vefat edince Beyliğin başına geçmiş ve 1362 yılında vefat edene kadar ...
Osman Bey
Osman Bey
Osman Bey: Namı değer Osman Gazi. 1258 yılında Söğüt'te doğdu.1299 yılında Selçuklu Devletinden ayrılarak Osmanlı Beyliğini kurdu ve ismi asırlar boyu hükümdarlığın adı oldu. Babası Ertuğrul Gazi annesi Hayme Hatun'dur.Çocukluğu, gençliği ve aldığı e...
Osmanlı Devletinde Kültür ve Medeniyet
Osmanlı Devletinde Kültür ve Medeniyet
DEVLET ANLAYIŞIOsmanlı Devleti'nde, I. Murat döneminde ‘'Devlet, hükümdar ve oğullarının ortak malıdır. ' anlayışı benimsenmiştir. Fatih döneminde, devletin bütünlüğünün korunması için kardeş katline izin verilmiştir. Bu kanunname ile Osmanlı Devleti...

 

3. Murad Dönemi Fetihler
3. Murat
2. Selim Dönemi Yapılan Fetihler
2. Selim
Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Fetihler
Kanuni Sultan Süleyman
1. Selim Dönemi Yenilikleri
1. Selim Dönemi Fetihler
Yavuz Sultan Selim
II.Beyazid Dönemi Fetihler
2. Beyazıt
Fatih Sultan Mehmed Dönemi Yenilikler
Fatih Sultan Mehmed Dönemi Fetihler
Fatih Sultan Mehmet
2. Murat Dönemi Yapılan Yenilikler
II.Murat Dönemi Yapılan Fetihler
2. Murat
I.Mehmed Dönemi Fetihler
1. Mehmed
Fetret Devri
Yıldırım Beyazıt Dönemi Fetihler
Yıldırım Beyazıt
1.Murat Dönemi Yapılan Yenilikler
1.Murat Dönemi Fetihler
Orhan Gazi Döneminde Yapılan Yenilikleri
Orhan Gazi Dönemi Fetihler
1. Murat
Orhan Gazi
Osman Bey
Osmanlı Devletinde Kültür ve Medeniyet
Popüler İçerik
Fatih Sultan Mehmed Dönemi Yenilikler
Fatih Sultan Mehmed Dönemi Yenilikler
Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti'ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçe'den başka Arap...
Fatih Sultan Mehmed Dönemi Fetihler
Fatih Sultan Mehmed Dönemi Fetihler
Fatih Sultan Mehmet(Mehmed), 30 Mart 1432'de, o dönemde Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne'de doğdu. 6.Osmanlı padişahı olanII. Murad’ın Hüma Ha...
Fatih Sultan Mehmet
Fatih Sultan Mehmet
Fatih Sultan Mehmet: İkinci Mehmet olarak ta bilinir. 1432 yılında dünyaya gelmiş, babası 2. Murat, Annesi Hüma Hatun'dur. Osmanlı Padişahlarının yedi...
2. Murat Dönemi Yapılan Yenilikler
2. Murat Dönemi Yapılan Yenilikler
Sultan İkinci Murad, soyunun Kayı boyuna mensubiyetini göstermek için, sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurmuşt...
II.Murat Dönemi Yapılan Fetihler
II.Murat Dönemi Yapılan Fetihler
Aydın ve Menteşe beyliklerine son veren II. Murat, Karaman’la yeniden başlayan bir savaşa girdi, savaşı kazandı. 1425 tarihinde Venedik Sav...
2. Murat
2. Murat
2. Murat 1. Mehmed'in ve Emine Hatun'un oğlu olarak 1404 yılında Amasya'da doğmuş, altıncı Osmanlı padişahı olarak bilinir. Divan edebiyatında Muradi ...
I.Mehmed Dönemi Fetihler
I.Mehmed Dönemi Fetihler
Çelebi Mehmed Rumeli’ndeki olaylarla uğraşırken, Karamanoğlu yine harekete geçti. Germiyanoğlu Yakub Bey’in Mehmed Çelebi’ye itaatini bildirmesi üzeri...
Popüler İçerik Son Forum Konuları Yardım Sayfaları  
Orhan Gazi Dönemi Fetihler
1. Murat
Orhan Gazi
Osman Bey
Osmanlı Devletinde Kültür ve Medeniyet
Osman Bey ?
Hakkımızda  
Gizlilik Politikası  
Çerez (Cookie) Politikası
Güvenlik Politikası
Bizimle İletişime Geçin
Forumlar
Site Haritası
Feed
Son Forum Konuları
Osman Bey ?
Yardım Sayfaları
Hakkımızda  
Gizlilik Politikası  
Çerez (Cookie) Politikası
Güvenlik Politikası
Bizimle İletişime Geçin
Forumlar
Site Haritası
Feed
Sitede yer alan haber ve içeriklerin tüm hakları saklıdır ve buradaki bilgiler sadece bilgilendirme amaçlı olup, kullanımına, uygulanmasına, satın alınmasına, delil gösterilmesine veya tavsiye edilmesine aracılık etmez. Sitemizdeki bilgiler, hiç bir zaman kesin bilgi kaynağı olmayıp, kullanıcılar tarafından eklenmiştir veya yorumlanmıştır. Buradaki bilgiler sitemizin asıl görüşlerini içermeyebileceği gibi hiçbir taahhüt ve tavsiye yerine de geçmez.
Şubat - 2024