Osmanlı-Macar İlişkileri ve Belgrad'ın Fethi Osmanlılar'ın Rumeli'ye ayak bastıkları günden itibaren bir buçuk asır boyunca karşılarında ya hasım ya da yardımcı olarak Macarları gördükleri bilinmektedir. Bu nedenle Türkler'in Macarlara, Macarların da Türklere karşı olan düşmanlıkları, Macaristan'ın zaptına kadar devam etmiştir. Belgrad ve birkaç kalenin Osmanlılar tarafından alınması, Macarlar için büyük bir darbe olmuştur. Gerçekten de Belgrad'ın zaptı, Avrupa fetihlerine yol açan önemli bir âmil olmuştur. Nitekim Belgrad'ın alınmasından sonra Macaristan, Hırvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya gibi yerler, daha rahat ve güvenli bir şekilde Osmanlı akınlarına hedef olmuştur. Bu arada Gazi Hüsrev, Sinan ve Bâli Beyler'in akınları Mohaç savaşına kadar devam edecektir. Mohaç Meydan Muharebesi ve Macaristan Seferi Macarların, Eflak işlerine karışmaları, Osmanlılar aleyhine Boğdan'la ittifak yapmaları, Şarlken'in bir Avrupa İmparatorluğu kurma tehlikesi ve Safevîler'le anlaşma yapması gibi hadiseler üzerine Üngürüs seferine karar verilir. Mohaç Meydan Muharebesi, Belgrad'ın fethi, Osmanlılar'ın tabii yayılma sahası olarak gördükleri Orta Avrupa üzerine yürümek yolunda önemli bir adım olmuştur. Bu arada hudut bölgelerinde de bazı karışıklıklar çıkmış, Tuna boylarında Macarlarla küçük çaplı çarpışmalar olmuştur. Kanunî'nin sefere karar vermesi, Papalık, Macaristan ve Lehistan münasebetlerinin neticesi olarak ortaya çıkan birçok âmile dayanmakta ise de Fransızlar'ın da önemli sayılabilecek bir rol oynadıkları belirtilmektedir. Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanat yıllarının başında Fransa ile Almanya birbirlerine karşı hasım duruma geldikleri gibi birbirleriyle mücadeleye de başlamışlardı. Fransa Kralı I. François'nın, Alman imparatorluk seçiminde Şarlken (Charles Quint)'e rakip olarak adaylığını koymuş olması, iki devletin şiddetli bir mücadeleye girmesine sebep olmuştur. I. François'nın, 1519'da imparator seçilen Habsburg hanedanına mensup Şarlken ile yaptığı mücadelede esir düşmesi üzerine, I. François'nın annesi ve saltanat naibesi Angouleme dükesi Louise de Savoie, Kanunî Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek kendisinden yardım talebinde bulunmuş, Padişah da Macaristan üzerine yürümek suretiyle fiilî bir yardımda bulunacağını va'd etmiştir. Kanunî, Şarlken'in kurmak istediği Avrupa İmparatorluğu'nu, Osmanlılar için büyük bir tehlike olarak görüyordu. Bu tehlike sadece Batı'dan değil, 1524 Mayıs'ı sonlarında vefat etmiş olan Şah İsmail'in yerine geçen Tahmasb vesilesiyle Doğu'dan da kendini gösteriyordu. Zira Şarlken ile Tahmasb, Osmanlıların aleyhindeki bir ittifak içindeydiler. İran, Çaldıran'ı bir türlü unutmamıştı. Buna rağmen tek başına Osmanlılar'la başa çıkmaları da mümkün görünmüyordu. Bu sebeple Avrupa'nın en büyük gücü haline gelmiş ve bütün bir Batı tarafından desteklenen yeni İmparator Şarlken ile Osmanlılar aleyhine bir ittifak kurma gayretinde idi. Hem İran'ın hedeflerini hem de Şarlken'in kendisine karşı meydana süreceği büyük kuvvetin farkında olan Kanunî, bu sebeple Fransa'yı himaye etmek istiyordu. Böylece Batı'yı siyaseten bölmeyi hedefliyordu. Macaristan Seferi Hazırlıkları Öyle anlaşılıyor ki, bu sıralarda Macaristan'ın iç durumu da pek iyi değildi. Macar Kralı'nın kötü yönetimi devam ettiğinden, Erdel Beyi Zapolyai hem krala hem de krallık üzerindeki Habsburg nüfuzuna karşı çıkıyordu. Kötü bir yönetimin altında âdeta ezilen Macar köylüleri, memnuniyetsizliklerini belirtmek gayesiyle Protestanlık hareketlerine katıldıkları gibi, paralarını alamayan birçok Macar askeri de Osmanlı Akıncı Beyi Bali Bey'e sığınıyordu. Kanunî'nin gerek akıncı gerekse diğer kaynaklardan istihbarat ettiği bu durum, onun sefer kararını çabuklaştırmıştır. Ayrıca Macaristan'ın ele geçirilmesi ile Osmanlılar, Habsburglarla aralarındaki engeli kaldırmış olacaklar ve böylece Viyana kapılarına varılması için büyük bir mania aşılmış bulunacaktı. Macaristan seferinin hazırlıkları tamamlandığında Kanunî, bir yıl önce vefat etmiş olan Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemali Efendi'nin yerine, Osmanlı dünyasında hukuk, edebiyat, dil ve tarih alanlarında haklı bir şöhrete sahip olan Kemal Paşazâde'yi tayin ederken, kendisinin bulunamayacağı sırada Pâyitaht (Başkent) in idaresi için de Mısır'ın eski valisi olan Kasım Paşa'yı Kaymakam (Kaim-i makam) olarak görevlendirir. Kanunî'nin Sefer Hazırlıkları ve İstanbul'dan Hareketi Sefer hazırlıklarını tamamlayan Padişah, 11 Receb 932 (23 Nisan 1526)'de yüz bin kişilik bir ordu ile yeni dökülmüş ve Avrupa'nın hayalinden geçiremeyeceği derecede mükemmel 300 top ile İstanbul'dan hareket eder. Bu üçüncü "Sefer-i Hümâyunu"na çıkmadan önce hükümdar, Eyyub Sultan, Ebu'l-Vefa ile babası Yavuz, dedesi II. Bayezid ve Fatih'in türbelerini ziyaret ederek dua eder. Bütün bu mekânlarda, Allah'ın kendisine yardım etmesini diler. Gerçekten İslâmî anlayışa göre savaşın gerçek mahiyeti, körü körüne bir kırma ve kırılma hâdisesi değildir. O, prensipler adına yapılan bir cihaddır. Cihad için de her şeyden evvel ordulara mânevî güç gerektir. İşte Kanunî de Mohaç Meydan Muharebesi'ne girişmeden evvel gözlerinden yaşlar akıtıp, yüzünü yerlere sürerek mânevî kuvvetlerden istimdad ediyordu. Öyle ki, önüne düştüğü orduları, gittikleri yerlere tevhidi de beraber taşıyacakları için devleti dinin, dini de devletin yardımcısı ve tamamlayıcısı görerek, ecdadı gibi maddî kuvvetlerinin ikmali kadar, mânevî kuvvetlerinin yardımını da ihmal etmiyordu. 23 Nisan'da İstanbul'dan hareket edip Halkalı Pınar denen menzile varan ordunun, büyük bir düzen ve disiplin içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Zira Kanunî'nin emrine göre ekilmiş tarlalara girmek, hayvan otlatmak ve toprak sahiplerinin hayvanlarını almak, ölüm cezasını gerektiriyordu. Padişahın emri hilafına hareket eden birkaç kişinin ya başı kesildi veya asıldılar. Hammer'in ifadesine göre, Padişahın emrine uymayan birkaç kadı bile cezanın şiddetinden kurtulamadı. Padişahın, reâyâsının menfaatlerini korumak ve onlara her ne şekilde olursa olsun bir zararın gelmemesi için gösterdiği bu çaba, onun tebeasını ne kadar düşündüğünün bir işaretidir. İyi bir Müslüman hükümdar olan Kanunî'nin anlayışına göre, kendisinin idare ettiği halkından yine kendisi sorumludur. Gerek Kur'an-ı Kerim gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde bu konuda pek çok emir bulunmaktadır. Bütün bunları bilen Padişah, elbette ki bu emirlere riayet etmekle kendini vazifeli biliyordu. İşte bunun içindir ki o, halkının malına en ufak bir zararın gelmesini istemiyordu. Harp içinde dahi olsa, böyle bir zarara tahammül edemeyen hükümdar, aksine davranışların, en büyük ceza olan idamla sonuçlanacağını ilan etmekten çekinmiyordu. Onun, kanunsuz davranışları affetmeyişi, orduda büyük bir disiplinin meydana gelmesine sebep olmuştu. Gerçi bu disiplin sadece Kanunî döneminde değil hem daha önce hem de daha sonra vardı. Zira bütün Osmanlı hükümdarları, yönetme bakımından kendilerini Allah'a karşı sorumlu tutuyorlardı. Bu sorumluluk anlayışı onlarda, başka dinden olan hükümdarlara benzemeyen hasletler meydana getirmişti. Bunun içindir ki Kanunî dönemi Osmanlı dünyasının sosyal hayatı ile ordusundan da bahseden ve Osmanlı ülkesinde senelerce kalmış olan Avusturya elçisi Busbecq, kendi arzusu üzerine üç aya yakın bir süre karargâha yakın bir köyde kalarak Müslüman Türk ordusunu yakından görmek ve takip etmek fırsatını bulduktan sonra görgü ve müşahedelerine dayanarak aşağıda özetleyeceğimiz şu bilgileri verir. "Yanımda bir iki arkadaş olduğu halde kendimi belli etmeden her tarafta dolaştım. Dikkatimi çeken ilk nokta, muhtelif teşkilâtlara mensup askerlerin kendi karargahlarından dışarıya çıkmamaları oldu. Bizim karargahlarımızda meydana gelen olayları bilenler, buna inanmakta zorluk çekerler. Fakat hakikat şu ki, her tarafta tam bir sükûnet hüküm sürüyordu. Asla kavga ve münakaşaya rastlanmıyor, herhangi bir cebir ve şiddet hareketi görülmüyordu. Sarhoşluk, öfke veya hiddetten ileri gelen yüksek sesler bile yoktu. Bundan başka her taraf öylesine temizdi ki ne süprüntü ne gübre yığınları ne de göze ve buruna fena gelen bir şeye tesadüf imkânı vardı." Busbecq, Müslüman-Türk dünyasına diş bilediği halde şu ifadeleri kullanmaktan da kendini alamaz. "Şimdi benimle beraber geliniz ve sarıklı başlardan meydana gelen bu büyük kalabalığa gözlerinizi çeviriniz. Türlü türlü, rengârenk parlak elbiseler. Her tarafta altın, gümüş, lâl, ipek ve atlas pırıltısı. Bu manzarayı dil ile anlatmak imkân dışı bir iş. Yalnız şunu söyleyelim ki, gözlerim şimdiye kadar bundan güzel bir manzara görmemiştir. Mâmafih, bütün bu servet ve ihtişam içinde yine de büyük bir sadelik ve iktisat göze çarpıyor. Herkesin elbisesi ve mevkii ne olursa olsun, aynı biçimde. Lüzumsuz işlemeler ve kenar süsleri yok. Halbuki bizde bu âdettir. Pek çok masrafa mal olur ve üç günde de bozulup gider." Elçi bunları anlattıktan sonra, kumar ve sarhoşluk bilmeyen askerin çalgı ve türkülerle eğlendiğine, çağırıp söyledikleri havaların da gazâ ve şehâdet temlerini işleyen hamâset destanları bulunduğuna işaret ettikten sonra, ordunun, hayvanî gıdalardan ziyade nebati, basit ve sıhhi gıdalarla beslendiğini, Ramazan ayını karşılamak için ise mutad yiyeceklerini daha da sadeleştirdiklerini, fakat Ramazan arefesinde yalnız yiyip içmede değil, haram ve yasak zevklere karşı da olduğundan daha çekingen davranarak oruca kendilerini hazırladıklarını söyler. O, Hristiyanların perhize girmeden önce sanki bu imsakin acısını peşin olarak çıkarmak ister gibi, kendilerini çılgınca eğlenceye, dans ve sarhoşluğa verdiklerini, senenin bu günlerinde memleketlerini ziyaret eden yabancıların, Hristiyanların çıldırmış olduklarını söylemelerine şaşılmaması gerektiğini uzun uzun anlatıp, sonunda Türkler'de üstünlüğün ve başarının sırrına temas ederek: "Türkler'de şeref ve makam, idarî mevkiler, sadece liyakat ve bilginin mükâfatıdır. Tembel ve ağır olanlar, hiçbir zaman yükselemezler. İşte Türkler'in, her neye teşebbüs ederlerse muvaffak olmaları, hâkim bir ırk haline gelmeleri ve her gün devletlerinin hudutlarını biraz daha genişletmelerinin hikmetini liyakat, kabiliyet ve çalışkanlığa verdikleri bu ehemmiyette aramalıdır." "Bizim askerî sistemimizle Türk sistemini karşılaştırınca geleceğin bize neler hazırladığını düşünüp korkudan titriyorum. Karşılaşan iki ordudan biri galip gelecek -ki bu herhalde Türk ordusu olacak- diğeri ise mahv olacaktır. Çünkü Türk ordusu sırtını kuvvetli bir imparatorluğun geniş kaynaklarına dayamış, zinde, tecrübeli ve sarsılmamış bir kuvvet. Askerleri zafere alışmış, zor şartlara dayanma kabiliyetine sahip, intizam ve disipline riayetkâr, uyanık ve kanaat ehlidirler. Bizimkilerde ise umumi bir fakirliğe mukabil hususi israf, yıpranmış kuvvet, mâneviyat bozukluğu, tahammül yokluğu ve idmansızlık var. Şerkeş askerler, aza kanaat etmeyen subaylar. Disiplin kavramıyla alay ederiz. Başıboşluk, sarhoşluk, şerkeşlik ve zevke düşkünlük bizde alabildiğine vardır. Bu durumda neticenin ne olacağı gün gibi âşikârdır. Herhalde şimdilik İran lehimize bir durum yaratmakla beraber, Türkler İran'la bir anlaşmaya vardıkları zaman onlardan ve diğer Şark devletlerinden de yardım görerek bütün güçleriyle boğazımıza sarılacaklardır. Bu büyük tehlikeye karşı ne kadar gevşek ve hazırlıksız olduğumuzu düşünd |
İmdâd
25 Ağustos 2024 PazarKanunî Sultan Süleyman fethettiği yerler arasında özellikle Belgrad ve Macaristan önemli bir yer tutmaktadır. Belgrad'ın fethi, Osmanlıların Avrupa'daki genişleme politikaları açısından büyük bir adım olmuş ve Mohaç Meydan Muharebesi ile birlikte Macaristan'ın Osmanlı sınırlarına katılmasına zemin hazırlamıştır. Bu fetihler, Kanunî'nin askeri dehasını ve stratejik vizyonunu ortaya koyarken, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki etkinliğini artırmış ve Habsburglar ile olan çatışmaların da önünü açmıştır. Kanunî Sultan Süleyman'ın bu fetihleri, sadece askeri başarılar değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel etkileşimlerin de başlangıcı olmuştur. Bu bağlamda, Kanunî'nin fethettiği yerler, Osmanlı'nın Avrupa'daki tarihsel seyrini derinden etkilemiştir.
Cevap yazAdmin
25 Ağustos 2024 PazarKanunî Sultan Süleyman'ın Fetihleri
İmdâd, Kanunî Sultan Süleyman'ın Belgrad ve Macaristan üzerindeki fetihlerinin stratejik önemini vurgulaman çok yerinde. Bu fetihler, sadece askeri başarıların ötesinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki etkinliğini artırarak Habsburglar ile olan çatışmaların zeminini hazırlamıştır.
Askeri Deha ve Stratejik Vizyon
Kanunî'nin askeri dehası, fethettiği yerler aracılığıyla kendini göstermiştir. Mohaç Meydan Muharebesi'nin ardından Macaristan'ın Osmanlı sınırlarına katılması, Avrupa'da genişleme politikasının en önemli adımlarından biri olmuştur. Bu durum, Osmanlı'nın askeri gücünü pekiştirirken, aynı zamanda siyasi olarak da önemli bir konum elde etmesini sağlamıştır.
Kültürel ve Siyasi Etkiler
Fetihlerin sadece askeri bir boyutu yoktur; aynı zamanda kültürel ve siyasi etkileşimlerin de başlangıcını oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki tarihi seyrini değiştiren bu gelişmeler, birçok farklı kültürün bir araya gelmesine ve etkileşimine zemin hazırlamıştır.
Sonuç olarak, Kanunî Sultan Süleyman'ın fetihleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki tarihsel etkisini pekiştiren önemli bir dönüm noktasıdır. Bu fetihler, sadece askeri bir başarı değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel etkileşimlerin de kapılarını aralamıştır.
Mikail
09 Ağustos 2024 CumaKanunî Sultan Süleyman dönemindeki fetihlerin nasıl bir öneme sahip olduğunu düşünüyorsunuz? Özellikle Belgrad’ın fethi sonrası Osmanlı akınlarının hızlanması, Macaristan ve çevresinin Osmanlı kontrolüne girmesi, bu fetihlerin uzun vadede Avrupa üzerindeki etkilerini ne şekilde değiştirmiştir? Ayrıca, Mohaç Meydan Muharebesi’nin ardından Macaristan seferi planlamalarının ve hazırlıklarının ne kadar kritik olduğunu göz önünde bulundurursak, Kanunî’nin sefer öncesi yaptığı dini ve manevi hazırlıkların da bu süreçteki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap yazAdmin
09 Ağustos 2024 CumaFetihlerin Önemi
Kanunî Sultan Süleyman dönemindeki fetihler, Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlenmesi ve genişlemesi açısından son derece önemliydi. Belgrad'ın fethi, sadece stratejik bir noktanın ele geçirilmesi değil, aynı zamanda Osmanlı akınlarının hızlanması ve Macaristan'ın Osmanlı kontrolüne girmesi açısından da kritik bir aşama oldu. Bu fetihler, Osmanlı Devleti'nin Avrupa'da etkili bir güç haline gelmesini sağladı ve rakip devletler üzerinde psikolojik bir baskı oluşturdu.
Uzun Vadeli Etkileri
Belgrad'ın alınmasıyla başlayan süreç, Osmanlıların Avrupa içlerine doğru ilerlemesini hızlandırdı. Macaristan ve çevresi, Osmanlı hakimiyetine girdiğinde, bu durum hem bölge halkı üzerinde hem de Avrupa'nın siyasi dengeleri üzerinde önemli değişikliklere yol açtı. Osmanlı'nın Avrupa üzerindeki etkisi arttıkça, Hristiyan devletlerin bir araya gelerek Osmanlı'ya karşı ittifaklar kurma çabaları da hızlandı. Bu durum, Avrupa'da sürekli bir savaş ve çatışma ortamının oluşmasına neden oldu.
Mohaç Meydan Muharebesi ve Sonrası
Mohaç Meydan Muharebesi'nin ardından Macaristan seferi planlamaları, Osmanlı'nın bölgedeki hâkimiyetini pekiştirmek açısından kritik bir öneme sahipti. Bu savaş, Osmanlı ordusunun gücünü gösterdiği gibi, aynı zamanda düşmanlarının da ne denli zayıf olduklarını ortaya koydu. Kanunî'nin sefer öncesi yaptığı dini ve manevi hazırlıklar, askerlerin moral ve motivasyonunu artırarak seferin başarısını büyük ölçüde etkiledi. Osmanlı Devleti'nin dini referansları, fetihlerin meşruiyetinin sağlanmasında önemli bir rol oynadı.
Sonuç olarak, Kanunî Sultan Süleyman dönemindeki fetihler, yalnızca askeri zaferler değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki güç dengelerini değiştiren ve uzun vadeli etkiler yaratan bir süreçtir. Bu fetihler, hem askeri hem de manevi hazırlıklarla desteklenmiş, imparatorluğun gelecekteki seferleri için bir temel oluşturmuştur.
Soru Sor / Yorum Yap